Tarih Haber Girişi : 05 Mayıs 2021 18:08

ARIMAN, BENAL NEVZAT İŞTAR (1901-1990)

ARIMAN, BENAL NEVZAT İŞTAR (1901-1990)

ARIMAN, BENAL NEVZAT İŞTAR (1901-1990)

Bahar Arslan 

 "Sarayevo Üniversitesi

Felsefe Fakültesi

Konuk Öğretim Görevlisi"

                     Osmanlıdan Cumhuriyete evrilen süreçte uzun yıllar kafes ardında kalmış Müslüman kadının temel sorunu kamusal alana açılmak olmuştur. Osmanlı devletinin yapısal dinamiklerinin her açıdan köklü dönüşümlere uğradığı bu süreçte “hürriyet, uhuvvet, müsavat, adalet” şiarıyla gerçekleştirilen II. Meşrutiyet döneminde gerçekleştirilen siyasi inkılabı içtimai bir inkılabın izlemesi kaçınılmazdı. Hürriyet- i umumiye, hakk -ı müsavat, hürriyet-i şahsiye, hürriyet-i efkar(düşünce), hürriyet-i mezahib(inanç), hürriyet-i tedrisiye(egitim), hürriyet-i ictima (toplantı), hürriyet-i iştirak(örgütlenme), hürriyet-i mesai, ticaret, tasarruf gibi özgürlüklerin konuşulduğu II. Meşrutiyet döneminde müsavat-ı tamme yani kadın-erkek eşitliği tartışmaları giderek mevzi kazanan içtimai inkılabın en önemli problematiklerinden biriydi. İçtimai inkılabın öne sürdüğü “yeni hayat, yeni aile, milli aile” gibi kavram öbekleri üzerinden tanımlanmaya çalışılan bu anlayışa göre kadın süregelen geleneksel yaşam biçimini bırakmalı ve özgürleşmeliydi.

                     Hiç kuşkusuz bu zihniyet değişiminde II. Meşrutiyet devriminin yani sıra batı kültürel normları ile bu normların kuşattığı Osmanlı liman kentlerinde kadının toplumsallaşmasını merkeze alan yeni bir yaşam tasavvurunun karşılık bulması, basının özgürleşmesi, iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmesiyle Avrupa’daki yayın organlarının yakından izlenmesi ve Balkan Savaşları’yla başlayan Harbi Umumi ve Milli Mücadele ile devam eden uzun savaş yıllarının etkisi büyük olmuştu. Özellikle anılan süreçte başlayan savaşlar silsilesinin toplumsal yapı bağlamında en tahripkar etkisi aile mefhumu üzerinde olmuş, erkek nüfusun cepheye gönderilmesi sebebiyle kadının geçimlik ekonomisini sağlamak üzere kamusal alanda görünür olması sonucunu da beraberinde getirmişti. Savaşlar bir yandan Müslüman Türk kadınına ticaretten fabrikalara, yol yapımından sokak temizliğine kadar değişik iş alanlarında istihdam olanağı sağlarken diğer taraftan temin-i maişetini sağlamak üzere iş bulamayanların fuhuşa karışmasını beraberinde getirecektir. Öyle ki Harb-i Umumi yıllarında belsoğukluğu, frengi, şankr, uyuz, kırkayak, karnebit vb. zührevi hastalıkların çoğalması 18 Ekim 1915 tarihinde "Emraz-i Zühreviyenin Men-i Sirayet-i Hakkında Nizamname"nin çıkarılmasına neden olmuştur. Bu dönemde üçüncü cumhuriyet Fransa’sının düşünsel ikliminden etkilenen Osmanlı aydınları solidarist-korporatizm ile pozitivizmin sınırlarını çizdiği bir anlayışla ulus-devlet anlayışına doğru yönelirken savaşların yarattığı toplumsal çözülmenin üstesinden gelebilmek için "pederşahi aile" yerine  "çekirdek aile"nin önemini vurguladılar. Böylece özel ya da mahrem aile yaşamı son bulmuş, devlet ile aile geçişkenleşerek bütünleşmiş, kadın özgürlüğü ve buna uygun aile yapısı ittihatçıların deyişiyle "yeni aile" , "yeni hayat", " milli aile" söyleminin ana ekseninin oluşturmuştur.

                     Bütün bunlarla birlikte savaş yıllarında giderek yoksullaşan Osmanlı kadınının  maişet sorununa çözüm üretmek üzere Harbiye Naziri Enver Paşanın eşi Naciye sultanın himayesi altında Osmanlı Kadınlarını Çalıştırma Cemiyeti İslamiyesi kurulmuş, 25 Ekim 1917 “Hukuk-u Aile Kararnamesi”yle ilk kez evlenme akdine müdahale edilerek aile meselesi, talak, çok eşle evlenme, miras, evlat edinme, boşanma gibi meseleler düzenlenerek kadın hukuku açısından çok önemli bir mevzuat kamu hukukuna dahil edilmiştir. Dahası Ahmet Cevdet paşanın kızı Fatma Aliye hanim tarafından kurulan Cemiyet-i İmdadiye başta olmak üzere  Teali Vatan Osmanlı Hanımlar Cemiyeti, Cemiyet-i Hayriye-yi Nisvaniye ile Halide Edip'in Teali Nisvan Cemiyeti gibi pek çok örgütün çatısı altında kadınlara iş, aş bulunmaya ve muhtelif alanlarda mesleki kazanımlar aktarılmaya çalışılmıştır. Anılan yıllar aynı zamanda İnci, Yeni İnci, Süs, Hanımlara Mahsus Gazete, Musavver Malumat-i Nafia, Büyük Mecmua, gibi dergi ve gazetelerle Nisvan-ı İslâma ( Müslüm kadınlara) fikren seslenen ve onların hemen her türlü sorununu irdeleyen geniş bir neşriyata da teşne olmuştur.

                     Bütün bunlarla birlikte “müsavat-ı tamme” yani kadın- erkek eşitliği bağlamında çeşitli edebiyatta, tarihte, iktisatta, hukukta, basında çeşitli tartışmalara konu olan kadın II. Meşrutiyet döneminde  birey olarak kabul görse de "yurttaş" olarak değer görmemiştir. II. Meşrutiyet döneminde taksim-i amal(iş bölümü), ara-i nisvan(kadının oyu), ara-i amme(genel oy) gibi kavramlar tartışılmış ama hukuken bir karşılık bulamamıştır. Bu süreçte Menemenlizade Edehm Bey’in çevirisiyle Leon Duguit'in Hukuk-u Esasiye adlı kitabı, Mehmet Ata'nın çevirisiyle Roaul de la Grasserie'nin hukuk kitabı ile Eugene Pierre'nın hukuk kitabı esas alınarak hukuki bir mevzuat oluşturulsa da kadının "yurttaş" olarak tanınması; 4 Ekim 1926 Medeni Kanunu, 3 Nisan 1930 yılında kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı ve 1935 yılında da milletvekili seçme ve seçilme hakkı gibi bir dizi düzenlemenin hayata geçirildiği Cumhuriyet döneminde vuku bulacaktır.[1]

                     İmparatorluktan ulus devlete doğru evrilen süreçte II. Meşrutiyet’in ilanından tam yedi yıl önce dünyaya gelen Benal Nevzat, istibdat devri, II. Meşrutiyet’in ilanı, Harb-i Umumi, mütareke ve işgal yıllarının ardından Milli Mücadele’nin de bizzat canlı tanığı olmuştur. Üstelik bütün bunları İmparatorluğun İstanbul’dan sonra ikinci büyük kenti olarak Anadolu’nun ilk işgal edildiği ve Milli Mücadelenin zaferle sonlandırıldığı İzmir’de yaşamıştır. Bu geçiş sürecinin tüm sancılarını yaşamasına rağmen Osmanlı’nın geleneksel eğitim kurumlarında başladığı öğrenim hayatını ailesinin de yönlendirmeleriyle Sorbonne Üniversitesi edebiyat bölümünde tamamlayan Benal Nevzat belki de babasının İzmir’in ilk Türkçe gazetelerinden Hizmet ve Ahenk gazeteleriyle bayraktarlığını yaptığı “özgürlük, eşitlik, adalet” gibi kavramları yaşamının şiarı haline getirdiği için bizzat Atatürk’ün isteğiyle TBMM’nin ve İzmir’in ilk kadın milletvekillerinden birisi olma şerefine nail olmuştur. Benal Nevzat’ın babası Tevfik Nevzat’ın İzmir’in ilk hürriyet kurbanlarından birisi olduğu düşünüldüğünde  Atatürk’ün Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan bir dizi düzenleme gerçekleştirildikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çatısına girecek ilk kadın milletvekilleri arasında onu da düşünmüş olmasının aslında tarihe bu doğrultuda düşülmüş   anlamlı bir cevap niteliği taşıdığı da söylenilebilir.

Milletvekili, Şair, Yazar TBMM’nin ve İzmir’in ilk kadın milletvekillerinden birisi olan Benal Nevzat İştar Arıman aynı zamanda erken cumhuriyet döneminden itibaren kaleme aldığı çeşitli eserleriyle adından söz ettiren yazar ve şairlerdendir. 1901 yılında İzmir İkinci Beyler’de dünyaya gelen Benal Nevzat’ın annesi Abdülkadir Geylani soyundan geldiği ileri sürülen Cemile Hanım’dır. Babası ise İzmir’in ilk Türkçe gazetelerinden Hizmet ve Ahenk gazeteleriyle ilk edebi mecmuası Nevruz’u çıkaran ve bütün bu basın yayın faaliyetleri ile meşgul olurken Abdülhamid istibdadına karşı Jön Türklerle irtibat kurarak içinden geldiği toplumun sorunlarına çözüm bulmaya çalıştığı için İzmir’in ilk fikir ve hürriyet kurbanlarından birisi olma bahtsızlığını yaşamaktan da kurtulamayan gazeteci, öğretmen ve avukat Tevfik Nevzat’tır. Amcası ise Paris’te bulunduğu sıralarda Fransız sosyalistlerinden etkilenerek sol görüşü benimseyen ve bu doğrultuda Hüseyin Hilmi çevresi ile irtibata geçerek Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın Paris şubesini kuran Jön Türklerden Doktor Refik Nevzat’tır.

Kentin tefekkür tarihinde iki barak gibi dalgalandırdığı Hizmet ve Ahenk gazeteleriyle sadece İzmir’e de değil aynı zamanda Aydın Vilayeti’nde yaşayan Müslüman Türk nüfusa hitab eden Tevfik Nevzad’ın hayatı istibdad döneminin baskı ortamında kaçış, sürgün ve hapislerle geçtiği için Benal Nevzat’ın babasıyla olan diyaloğu tahmin edileceği üzere son derece sınırlı kalmıştır. Bu sınırlı diyalog da ancak babasının aileden uzakta kaldığı sürgün yıllarında gönderdiği mektuplar aracılığıyla kurulabilmiştir.

Bu noktada Tevfik Nevzat’ın hayatına ilişkin olarak birkaç bir şey söylemek gerekirse öncelikle İzmir’in Benal Nevzat’ın da deyimiyle şair Uşşakizade Süleyman Tevfik, şair Tevfik Nevzat, Şair Eşref, Uşşakizade Halid Ziya, şair Tokadizade Şekip, dilde sadeleşme hareketinin öncüsü Türkçü Necip (Şinasi’nin izinde giden büyük İzmirli dil bilgini ve yazar), şair Mehmet Nuri Efendi başta olmak üzere nice şair, edebiyatçı ve yazarın kalesi konumunda olduğunu belirtmek gerekir. Her biri birer “hürriyet ve “devrim” savunucusu olan bu aydınlar ya sürgün edilerek ya hafiyeler aracılığıyla takip edilerek, ya hapsedilerek veya bizzat katledilerek ne yazık ki II. Abdülhamid’in baskı ve terörüne öyle ya da böyle maruz kalmışlardır. Nitekim Tevfik Nevzat da gazetelerinde kaleme almış olduğu sosyal ve siyasal içerikli makaleleri sebebiyle istibdat döneminin baskı ve denetimine maruz kalınca dönemin maarif müdürlerinden Emrullah Efendi ile birlikte[2] Jön Türklerle irtibat kurarak önce Paris’e sonra Cenevre’ye kaçtıkları[3] ve döndükten sonra siyasi takibata uğradıklarından bahsetmek gerekir. Her ne kadar Şerif Mardin onun yurt dışına kaçışını basit bir Namık Kemal hayranlığına, Ziya Somar ise köşesinde aldığı yazılardan dolayı üzerinde artan baskıya bağlasa da Tevfik Nevzat’ın imparatorluğun en uzun yüzyılında devletin bekası hakkında endişe ve tedirginlikleri olan her Osmanlı aydını gibi bir hal çaresi arayışına girdiği ve bu doğrultuda Jön Türklerle irtibata geçmiş olabileceğini düşünmek meseleyi daha cazip görünmektedir. İzmir’e döndükten sonra [4]Hizmet Gazetesi’nin yanı sıra Ahenk Gazetesi’ni çıkararak Aydın Vilayeti’nde daha geniş bir kesime ulaşmayı hedefleyen Tevfik Nevzat anılan dönemde gerek Bıçakçızade Hakkı tarafından çıkarılan İzmir Gazetesi’yle aralarında başlayan tartışmaların dinsizlik suçlamalarına kadar vardırılması, gerekse Rum milliyetçiliği karşısında milli birliği sağlamak adına Türk dili etrafında birlik fikrini işleyen yazılar kaleme alması gibi gelişmelerin de etkisiyle tutuklanarak Bitlis’e sürgün edilir. Ona göre bu gelişmenin arkasında her ne kadar bir sebep yoksa da Tokadizade Şekip’in bu konuya ilişkin olarak “Biz evvelce bir cemiyet teşkil etmiştik. Avrupa’daki hürriyetperverlerin gazetelerini İzmir’e getirir, burada da Avrupa’ya para gönderirdik. Bu paralar, tarafımızdan ve diğer bazı erbab-ı hamiyet tarafından verilir, Yüzbaşı Doktor Galip Bey, İngiliz postanesine tevdi ederdi.” şeklindeki sözlerinden de anlaşılacağı üzere aslında siyasi bir örgütlenme içinde oldukları hatta Avrupa’daki Jön Türklerle bağlantı halinde oldukları anlaşılmaktadır.

 Bitlis’teki bu ilk sürgün yıllarının ardından İzmir’e dönen Tevfik Nevzat eski itibarını yeniden kazanmak için uğraşır. İzmir’e sürgün edilmiş olan Necip Türkçü ile gazetelerinde Türkçe üzerine yazılar kaleme almaya devam eder. 1894’te yine siyasi sebeplerden Şair Eşrefle birlikte mahkûm edilirler. Eşref bir yıl sonra çıkar ama Nevzat, Adana’ya zindana gönderilir. Artık bir daha geri dönemeyecektir. Karısı Cemile Hanımla olan 12 yıllık evliliği boyunca 3 yıl bile beraber olamamışlardır. Benal Nevzat’ın babasını son kez görebildiği Adana vapurunda Tevfik Nevzat’ın yanında duran memurlardan biri “Babanı sana versem alsan gitsen ne dersin?” diye sorduğunda O’nun cevabının “siz babamı vermezsiniz ki” şeklinde olduğu kaydedilir. Gerçekten de babasıyla bir daha görüşme imkanı bulamayan Benal Nevzat’ın babasına duyduğu bitimsiz sevgi ve hasretle birlikte kaleme aldığı eserlerinden bu durumun çocuk ruhunda yarattığı derin izleri takip edebilmek olasıdır. Tevfik Nevzat’ın sürgün olarak gönderildiği Adana’da 30 Mayıs 1905’te kendini kuyuya atarak intihar ettiğini telgrafla öğrenen aile bundan sonra geçimini Cemile Hanım’ın ağabeyi Emin Ünal ile Tevfik Nevzat’ın Paris’teki kardeşi Refik Nevzat’ın yardım ve destekleriyle sürdürmüştür. Bütün bu koşullara rağmen Cemile Hanım kızları Menije, Mutahhare ve Benal’in yetiştirilmesine özel bir önem gösterir. Özellikle Benal’in çok küçük yaşta şiirle tanışmasını, milli piyeslerde rol almasını sağlar. Bir röportajında “O yıllar gavur İzmir yılları. İmparatorluk çökmüş. 15 Mayıs 1919 sabahı efzonlar Kordon’a adımlarnı atacaklar. Üç yıl süren ezici işgal, zulüm. Sonra 9 Eylül sokak savaşları, komşunun komşuyu vurduğu dehşet günleri ve büyük yangın… Bütün bunların içinde yetiştim.” şeklindeki ifadeleriyle yetiştiği dönemin İzmir’inin koşullarını aktaran Benal Nevzat annesinin eğitimine verdiği öneme de şu sözleriyle vurgu yapar: “Hiç söylemedi ama bakışlarıyla ‘Babanın intikamını alacaksın’ diye içimi kazırdı. Babamın intikamı hürriyet ve güzellik dolu bir Türkiye’nin yaratılmasıydı”. Benal Nevzat’a göre tarih hükmünü bu koşullarda icra ederken annesi onu bir an bile tahsilinden geri bırakmamıştır. Daha henüz dört yaşındayken sürgündeki babasına mektup yazabilmek için okuma yazmayı öğrenen Benal Nevzat ilköğrenimini İzmir’in ünlü eğitimcisi Yusuf Rıza’nın kurduğu Bedreka-yı İrfan adlı özel bir okulda görür. Orta tahsilini ise bir Fransız okulunda tamamlar ve 15 yaşından itibaren şiir yazmaya başlar. Anılan dönemde aile maddi açıdan zor günler geçirdiği için 1922’de amcası Refik Nevzat’ın davetiyle Fransa’ya gider. Daha önce de değinildiği üzere amcası 1893’te Mekteb-i Tıbbıye-i Askeriye’den firar ettikten sonra gittiği Paris’te bir taraftan tıp öğrenimini tamamlayan bir ta- raftan da Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın bir şubesini kurma, siyasi içerikli dergi ve gazeteler çıkarma girişimlerinde bulunan sosyalist bir Jön Türk’tür.[5] Yaşar Aksoy’un Benal Nevzat’la yaptığı röportajdan aktardığı kadarıyla “İzmir’in kurtulduğu yıl olan 1922’de Gazi Mustafa Kemal kendisini arayıp bulmuştu ve hemen Fransa’ya Sorbonne Üniversitesi’ne edebiyat öğrenimine göndermiştir.” Benal Nevzat’ın Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nin edebiyat bölümünde dört yıl bir başka kayda göre de iki yıl okuyarak yüksek tahsilini tamamladığı ifade edilir. Bu süre zarfında edebiyatın dışında Fransızca, Rumca, Sosyoloji ve belediyecilik dersleri de almıştır. Türkiye’ye 1926’da dönen Benal Nevzat’ın yazın hayatının da bu tarihten itibaren başladığı tahmin edilmektedir. Bundan sonra yazın faaliyetlerinin yanı sıra Kızılay, aşevleri ve Veremle Mücadele Cemiyeti gibi sosyal yardım kuruluşlarında özverili çalışmalarıyla hep ön saflarda yer aldığı gözlemlenen Benal Nevzat 1926 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’na İzmir’den katılan ilk kadın yönetim kurulu üyesi unvanını da alır. O yıllarda halkevlerinde çalışabilmek için Cumhuriyet Halk Fırkası’na üye olmak gerekmektedir. Bu doğrultuda Halkevlerinin 1932’de ve 1934’te Dil-Tarih-Edebiyat komitesinde yer alan Nevzat’ın 1937’den sonraki siyasi çalışmalarının hızlanması sebebiyle olsa gerek komitelerde görev almadığı gözlenmektedir.

 Bu aşamada açıklık getirilmesi gereken diğer bir konu “tebaadan yurttaş bilinci”ne geçişin temellendirildiği Cumhuriyet döneminde 1930’da belediye, 1933’te muhtarlık, 1934’te milletvekili seçimlerinde siyasal temsil olanağı tanıyan düzenlemelerle kadının konumunun “karşıt cinsle eşit statüde” olduğunun vurgulanmış olmasıdır. Bunda Türk kadınının verdiği mücadelenin yanı sıra toplumsal düzenin her alanında kadının özgürleşmesinin mutlak bir yeri olduğuna inanan Mustafa Kemal Atatürk’ün geniş vizyonun da kuşkusuz önemli bir rolü vardı.

Türk Hava Kurumu, Kızılay, Yeşilay, Tüberküloz Derneği ve Çocuk Esirgeme Kurumu gibi birçok dernekte çalışan; Fransızca, Rumca ve Farsça bilen Benal Nevzat’ın 09.09.1930 tarihinde yaşadığı bir olay ile siyasete nasıl girdiğini gazeteci Yaşar Aksoy’un kendisiyle yaptığı bir röportajda şöyle aktarmaktadır: “Biliyorsunuz, 9 Eylül 1922 sabahı İzmirimize Bornova - Alsancak yönünden girmek isteyen kuvvetlerimiz, Halkapınar’da Tuzakoğlu un fabrikası binası olarak bilinen yapıda (eski Devlet Güvenlik Mahkemesi binası) açılan yoğun ateşe maruz kalmışlardı. Ateşe tutulanlar Fahrettin Altay Paşa komutasındaki süvari birlikleriydi. Başlarında ise daha sonra ailece görüşeceğimiz Mülazim-Sani (üsteğmen) Ali Rıza Akıncı Efendi isimli bir kahraman bulunuyordu. Bu zat, ileride İzmir’imize Belediye Meclis Üyeliği yapacaktır.  I Ali Rıza Efendi askerleri ile Halkapınar Köprüsü’nü geçmek isterken, ne yazık ki burada dört şehit verir. Bunlar Anadolu’muzdan kopup gelmiş ve vatan ordusunun en önünde yer almış isimsiz çocuklardır. (…) İzmirlilerin vefa duygusu harekete geçmiş ve şehit oldukları yere bir anıt dikilmesine Belediye karar verdi. Güzel bir park yapılıp, ağaçlandırıldı ve tam ortasına “Vatan ve Namus” yazılı bir sütun dikildi. 9 Eylül sabahı yüreğinde kurtuluş sevincini taşıyan İzmirliler oraya koştular. Askerler, halk, öğrenciler herkes bir yumak olmuş ve gözyaşları içinde bir gelin gibi süslenmiş olan bu şehitler anıtının açılış törenini gözyaşlarıyla izliyordu. En öne fırlamıştım. Etekli ve ince bir elbise giymiş, türbanımı sımsıkı saçlarımın arkasına toka etmiştim. Vali Kazım Dirik Paşa beni tuttuğu gibi anıtın önüne çekti ve “Sayın vatandaşlar, bu kız şehit çocuğudur. Bu Şehitler Abidesinin açılış konuşmasını ancak o yapar” dedi. Ağlaya ağlaya konuştum. Ama ilk kez yüzüme tokat yemiş gibi bir şey fark etmiştim. Kalabalığa karşı hazırlıksız konuşurken hiç heyecanlanmamış, aksine kitleyi heyecanlandırmak için içimde müthiş bir istek duymuştum. Konuşurken karşımdakilerin olumlu tepki göstererek beni desteklemesi böylece benim onları daha fazla tahrik etmek isteyişim, meğerse politikacının kanında yaşayan siyaset kurduymuş. O gün onlara inandığım vatan sevgisinden söz açarken politika yapmak isteyişimin ilk işaretlerini kendime vermiş oluyordum. İşte ilk kez Halkapınar’daki Şehitler Abidesi’nin açılışında politika erbabının dikkatini, böylece çekmiş oldum. (…)”Bu doğrultuda dört sene partinin vilayet idare heyetinde üye olarak çalışan Nevzat 1930 ve 1935 yılında yapılan belediye seçimlerinde Belediye Meclisi üyeliğine seçildi. Bu arada 1931 yılında Paris’te açılan “Fransız Sömürgeleri Sergisi’ne gitti ve burada üç ay kalarak çeşitli incelemelerde bulundu. Bu gezi ile ilgili hazırladığı rapor, İzmir Fuarı’nın yapımında büyük katkı sağladı.

 1935 genel seçimlerde ise Yaşar Aksoy’un röportajından öğrendiğimize göre Atatürk’ün siyasi faaliyetlerini yakından takip ettiği Benal Nevzat için “Şair Tevfik Nevzat Bey’in kızını milletvekili intihap edeceksiniz!” dediği anlaşılmaktadır. Nitekim bu doğrultuda Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 5 Şubat 1935 tarihinde açıkladığı ve aralarında Tevfik Rüştü Aras, Celal Bayar, Rüştü Saraçoğlu, Namık Esat Bozkurt, Kazım İnanç, Hamdi Aksoy, Kamil Dursun, Rahmi Köken, Saadettin Epikmen, Hüsnü Çakır, Hasan Ali Yücel gibi isimlerin bulunduğu milletvekili aday listesinde onun adı da yer alır. Bu gelişmeler üzerine TBMM 1 Mart 1935’te aldığı 1155 oyla İzmir milletvekili seçilerek meclise girmeyi başaran 18 kadın milletvekili arasında yer aldı. Böylelikle 1935-1950 yılları arasında üst üste dört dönem ve tam on altı yıl boyunca İzmir’i temsil ederek erken cumhuriyet döneminin başarılı sembol isimlerinden birisi oldu.[6]

Benal Nevzat’ın edebi çalışmaları geniş bir bağlamda ele alındığında O’nun ilk yazısının 1924 Temmuz’unda Sada- yı Hak Gazetesi’nde neşredilen “Seylab” başlıklı bir şiir olduğu ileri sürülse de hâlihazırda tespit edilebilen ilk yazısının aynı gazetede 1924 Haziran’ında yayınlanan kadınlara ilişkin bir makale olduğu anlaşılmaktadır. 1925 Şubat’ına kadar bu gazetede hikâye ve şiirleri yayımlanan yazarın bundan donra Hizmet, Ahenk, Fikirler Dergisi, Anadolu ve Halkın Sesi gibi gazete ve dergilerde düzenli bir şekilde yazılar kaleme aldığı bilinmektedir. Buna ek olarak 1931 Nisan’ında Tokadizade Şekib’in başkanlığında kurulmuş bulunan Edebiyat Cemiyeti’nin çalışmalarında da yer aldığı bilinen Benal Nevzat’ın İzmir basınında sınırlı sayıda da olsa 1934 sonrasında bazılarının altında “Benal Arıman” imzası bulunan şiir ve makalelerinin yayımlanmış olduğu gözlenir. 1946’dan sonra İzmir’de herhangi bir yazısına tesadüf edilemeyen yazarın ilerleyen yıllarda yazılarının Ankara ve İstanbul basınında yayınlanması ihtimal dâhilinde olmakla birlikte incelenmeye muhtaç bir konudur.

Benal Nevzat’ın eserleri şekil ve muhteva bakımında incelendiğinde şiirlerinde ilk dönemlerde aruz vezni üzerinde Arapça ve Farsça sözcüklerle örülmüş ağır bir dil kullandığı ancak daha sonraki yıllarda şiirlerinde daha sade bir üslubu benimsediği gözlemlenir. İleri sürüldüğüne göre yazarın tespit edilebilen en eski hikâyesi 1927’ye tarihlenir. Kadın ve eğitim temalarına ağırlıklı olarak yer verdiği didaktik hikâyelerinin yanı sıra piyes ve roman türünde eserleri de vardır. Yapmış olduğu röportajlarda İstanbul’un Fethi ve Güzel İren, Roksolan ve Ayfer adlı beş perdelik üç piyes, iki roman ve bir kitaptan bahseden yazarın bu çalışmalarının basılmamış olduğu kaydedilir. Yazarın daha önce bahsi geçen Aytım adlı şiir kitabının dışında yayınlanan diğer eseri ise Osman Gazi’nin Osmanlı Devleti’ni nasıl kurduğunu anlatan Kara Osman adlı manzum tarihi bir tiyatrodur. 1935 yılında Singer Şirketi’nin müdürü Neşet Arıman ile evlendiği bilinen Benal Nevzat’ın bu evlilikten İştar adında bir kızı olur. Yaşamı boyunca ideolojisi ve bu doğrultuda yaptıklarıyla saygın bir duruş sergileyen Benal Nevzat İştar Arıman 20 Temmuz 1990 yılında vefat etmiştir. [7]        

[1] Aykar Alat, Benal Nevzat Arıman’ın Hayatı ve Eserleri üzerinde Bir Araştırma, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 1999;  Ömer Faruk Huyugüzel, İzmir Fikir ve Sanat Adamları (1850-1950), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000, ss. 100-102; Siyasette İzmir’in Kadınları I, Milletvekilleri, Belediye Başkanları, Belediye Meclis Üyeleri (1930-2014), (Yay. Haz. Aydan Kumral, Ayşe Üngör vd.),  İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı Yay., İzmir, 2014, ss. 112-115;  12.06.2011; Ahmet Gürel; “Kadınlarımız Siyasi Hayatta ve Benal Nevzat”, Ege Life Dergisi, 2015, İzmir.

 

 

[1] Türk kadının II. Meşrutiyet’ten döneminden itibaren geçirdiği süreçte müsavat-ı tamme yani kadın erkek eşitliği ve yurttaşlık bilinci bağlamında elde ettiği kazanımları daha ayrıntılı bir biçimde değerlendirmek üzere bkz., Zafer Toprak, Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2016.

[2]Tevfik Nevzat’ın Paris’e Aydın Maarif Müdürü Emrullah Efendi ile birlikte Paris’e kaçmadan evvel maarif parasının çalınmasında bir dahlinin olup olmadığına ilişkin arşiv belgeleri içib kz., COA, BEO., NO: 3907/29164.

[3] Tevfik Nevzat’ın arkadaşı Emrullah Efendi ile birlikte Cenova’da çıkardıkları Hizmet Gazetesi’nin Dersaadet tarafından takibine ilişkin bkz., Y.MTV., NO: 91/1, 15 Şaban 1311/21 Şubat 1894.

[4] Tevfik Nevzat’ın Viyana üzerinden İzmir’e gelmek üzere hareket ettiğinin haber alındıktan sonra kente ne zaman geldiği, geldikten sonra kendisine Derssaadet tarafından nasıl muamelede bulunulduğuna dair arşiv kayıtlarına düşen belgeler için bkz.,COA, HR.SYS,NO: 218/108, 10 Nisan 1894; COA, DH. ŞFR, NO: 165/84, 05 Ni 1310/17 Nisan 1894

[5] Benal Nevzat’ın babası Tevfik Nevzat ve yaşadığı dönem hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz., Ziya Somar, Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı Yay., İzmir, 2001, ss. 2-8; Bir Adamın ve Bir Şehrin Tarihi İzmir’in İlk Hürriyet Kurbanlarından Tevfik Nevzat, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı Yay., İzmir, 2001.

 

[6] Yaşar Aksoy, “Benal Nevzat İştar Arıman ile yapılan röportajı” Yeni Asır Gazetesi, 7-13 Ekim 1991; “İzmir’in İlk Kadın Milletvekili Benal Nevzat”, www.hurriyet.com,

[7] Aykar Alat, Benal Nevzat Arıman’ın Hayatı ve Eserleri üzerinde Bir Araştırma, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 1999;  Ömer Faruk Huyugüzel, İzmir Fikir ve Sanat Adamları (1850-1950), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000, ss. 100-102; Siyasette İzmir’in Kadınları I, Milletvekilleri, Belediye Başkanları, Belediye Meclis Üyeleri (1930-2014), (Yay. Haz. Aydan Kumral, Ayşe Üngör vd.),  İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı Yay., İzmir, 2014, ss. 112-115;  12.06.2011; Ahmet Gürel; “Kadınlarımız Siyasi Hayatta ve Benal Nevzat”, Ege Life Dergisi, 2015, İzmir.