Boğaziçi’nde Tarih,
Prof.Dr. Salih Özbaran
Miyase İlknur Cumhuriyet Gazetesinde 9 Ocak 2021 tarihli köşesindeki yazısının başlığını Salah Birsel’den esinlenerek “ Boğaziçi şıngır mıngır” olarak koymuş ; usta yazarın eserini bugün yazmış olsa belki de “Boğaziçi şangur şungur” veya “ Boğaziçi tangır tungur “ veyahut “Boğaziçi dangul dungul” diyebileceğini dile getirmiş. Boğaziçi Üniversitesinin başarılarla dolu geçmişine hiç de uygun olmadığını savunan , öğretim üyelerinin ve öğrencilerinin yoğun tepkilerine yol açan bir “rektör” atanması ile ilgili bir yazı .Başkaları da yazmış, yorum yapmış böyle bir atama üzerine. Bu arada Boğaziçinin örnek sayılabilecek akademik ve sosyal faaliyetlerinde de yer verilmiş. Ben de 80 yalımın ikmali ve tarihçilikte kazandığım deneyimleri vesile ederek , bu üniversitede yer alan “Tarih Bölümü”nün yakın geçmişine değinmek istiyorum; bu dalın Türkiye ve Dünya ölçeklerinde oynadığı rolü, bıraktığı izlenimleri yalnızca birkaç isimle hatırlatmayı arzu ediyorum.
Boğaziçi’nin ulaştığı düzeye hiç yakışmadığını belirten ve tepeden inme bir “rektör” atamasını protesto eden kişi ve kurumlardan bazılarına haksız yere terörist damgası vurulmuş durumda.Başarıları tescillenmiş gözde bir yuvanın değerini korumak isteyenlerin kalplerinin kırılması pahasına yapılmış bu haksız itham. Bı kısacık yazıda üniversite emeklisi olarak söylemeliyim ki özellikle 12 Eylül 1980 tarihindeki askeri darbenin yol açtığı kan kaybı, bilim ve sanat dünyasını kötü etkilemişti.Bu dönemde dik durmayı başaran kurumların başında gelenlerden biri de Boğaziçi Üniversitesi olmuştu.Bu yüzden Boğaz’dan estirilen tarihçilik bağlamında ve kendi mesleğimin kafamda oluşturduğu akademik izlenim nedeniyle şu üç sözcüğü fısıldamayı bir görev sayarım.”Boğaz içi gümbür gümbür ! “
Tarihçilerin Türkiye’de ve sınırların ötlerinde çok büyük bir oranda onayladıkları bir süreç var ki o da simgeleşen iki ismin damga vurduğu bir dönemdir.İstanbulda Ömer Lütfi Barkan , Ankarada ise Halil İnalcık olmuştur bu ufuk açan öncüler.Özellikle Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi araştırmalarında 1940’lı ve 1950’li yıllarda arşivlerde korunan belgelerin daha çok konuşturulmasıyla hız kazanan bir dönem başlatılmıştır.Gelişmelere paralel olarak atılan adımları, ve andığım öncülerin açılımlarından yararlananların daha sonra yaptıkları araştırmaların sahiplerini sıralamak , üretilen bilgilerin tabi ki mümkün değil bu satırlarda. Sadece tarihçilerin ele aldıkları konulara dayanarak eleştiriye girişmek bile uzmanlık gerektirir.
Tatihçiliğin günümüzde ulaştığı zaman ve zemin zenginliğinin , doğanın yeşerttiği ve barındırdığı alanlardaki görüntüsünü , yetersizliğine rağmen uygulanan demokrasinin özendirici gücüyle incelemelere yansıtıla özgürlüğün diilendirilmesi sevindiricidir. Şüphesiz uzun zaman alacak ve sonu gelmeyecek namütenahi bir yolculuktur bu.Dünya tarihçiliğinde yer etmiş ve etmekte olan tezlerin, etki yaratmış incelemelerin ve dev eserlerin verilerini topluma yansıtan , tarih öğrencileri için kolay okunabilir , geçmiş anlamlandırmada ve yansıtmada mahir bilginlerin ellerinden çıkan kitapların bıraktığı etkileri de öğrenmeye çalışan tarihçiliğimizin bana verdiği yetkiyle Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümünün Türk tarihçiliğinde oynadığı rolü belirterek bağlayayım yazımı.
1960’lı yıllarda Londra Üniversitesi’nde doktora çalışmalarımı sürdürürken o zaman Amerika’da akademi incelemelerine başlamış olan Metin Kunt’u tanımıştım. Cambridge Üniversitesinde “ Mustafa Kemal Atatürk Fellowship” kürsüsünde , yıllar sonra görev yaparken sıkça birlikteliğimiz ve dertleştiğimiz olmuştu; onun özverili yardımlarını görmüştüm. Daha sonraları aynı üniversitede , çalışmalarını “ London Scholl of Economics and Political Science” ile ortaklaşa yürüten Zafer Toprak ile görüşmelerim olmuştu. Toprak’ın tarihçilikte ki arayışlarına , zamanla bizim alanda açtığı ufuklara şahit oldum.İşte bu kişler Boğaziçinde yeşertilen tarih bölümünün as elemanları oldular sonradan; ve ben izleyen yıllarda onların tarihçiliğe yaptıkları katkıları hem İstanbuldayken hem de izmirde takip ettim, çok yararlandım.Aynı panellerde , sempozyumlarda konuştuk, yurtdışlarında bulunduk.Kurucu rektör Aptullah Kuran özellikle “Mimar Sinan” incelemesiyle sanat tarihçiliğinde öncü oldu.Günay Kut Türk Dili ve Edebiyatında kurucu rol oynadı. O arada tanıdığım Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yer alan Selçuk Esenbel tarihin konuları içine Japonyay sokarak Türkiye’de ‘ başkaları’na yönelik bakış açılarını genişletti, “ biz” damgalı tarihçiliğe farklı görüşleri sokarak bu alanı dünya bünyesine yerleştirdi, bir ilke imza attı. Engin Akarlı, Selim Deringil, Ethem Eldem, Hakan Erdem gibi tarihçiler Osmanlı tarihi inceleme ve öğretim yönyemlerinde açılım ve eleştiriyi tarihçilere fazlasıyla tanıttılar.Nevra Neccipoğlu ve ekibi Bizans tarihi araştırmalarında çıtayı yükselten takımda yer aldılar.Bölümün düzenlediği konferans, seminer ve çalıştaylarla yeni boyutlar getirdiler tarihçiliğe; düşünce ve yöntemlerini başkalarıyla başkalarıyla paylaşyılar.
Ne kadar acı , böylesine gelişmiş bir kuruma çomak sokmak, orayı da az gelişmişlik “sath-ı meali” ne dahil etmeye girişmek !