GÖÇ VE YOKSULLUK
Prof. Dr. Nevzat GÜMÜŞ[1]
DEÜ, Buca Eğitim Fakültesi,
Türkçe ve Sosyal Bilimler
Eğitimi Bölümü,
Öğretim Üyesi,
Göçün tarihi adeta insanlığın ortaya çıkışıyla başlar. Toplayıcı ve avcı toplumların göç etmesinin hiçbir zorlayıcılığı olmadığı gibi, insanlara yeni toplayıcılık ve av sahaları sağlaması açısından da faydalıdır. Ancak, Neolitik Çağ’da tarımın insan hayatına girişiyle toprağa bağlı bir hayatın varlığı, beraberinde göç ettireceği evcil hayvanlarının oluşu göçü zorlu bir sürece dönüştürmüştür. Neolitikten itibaren göç, zorlu savaş şartları, tarım topraklarındaki veya otlaklardaki kuraklıklar, salgın hastalıklar gibi kaçınılmaz koşullara bağlı olmuştur. Bu göç koşulları günümüzde de etkili olmakla birlikte, göçün nedenleri ve gerçekleşme koşulları çeşitlenmiştir.
Günümüzde dünya üzerinde bir ülkenin sınırları içerisinde veya sınır aşırı göçün ortaya çıkışı daha çok yoksulluk ve eşitsizliklere bağlı olarak ortaya çıkmakta, aynı zamanda da genellikle göçün varış menzili olan kentlerde de yeni yoksulluk ve eşitsizliklere yol açmaktadır. Dünyanın göç veren bölgeleri ya da ülkeleri yoksulluğun ve eşitsizliklerin en fazla görüldüğü Brandt Hattı’nın güneyinde bulunan toplumsal yapılara sahip güney ülkeleridir. Özellikle sınır aşırı göçlerde bu durum daha belirgindir. Yoksulluğun ve eşitsizliklerin nedenlerinin en başında ise bu ülkelerde yer alan sosyal ve ekonomik yapıların Brandt Hattı’nın kuzeyindeki endüstrileşmiş ülkelere (gelişmiş ülkeler) göre geri olmasına rağmen, neo-liberal politikaların geçerli olduğu “yeni dünya düzeni”nde, gelişmiş ülkelerle rekabet etmek durumunda olmaları gelir. Yoksulluk ve eşitsizliklerin en fazla görüldüğü bu ülkeler Sahra-altı Afrika ülkeleri başta olmak üzere bütün Afrika, Güney Asya, Orta ve Güney Amerika’daki gelişmemiş ülkelerdir. Kademeli olarak ikinci derecede yoksulluk ve eşitsizliklerin görüldüğü ülkeler ise Türkiye’nin de içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkelerdir. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle ekonomik açıdan rekabet edememesi gelişmeyi sağlamak için gerekli sosyal yapıya (eğitim, sağlık, vb.), üretim ekonomisine ve finansal ekonomiye yönelik yatırımların yeterli olamamasını beraberinde getirmektedir. Yeterli yatırımların olmaması da giderek büyüyen sürekli bir asimetrik yapının oluşmasına yol açmaktadır. Asimetrik gelişme seviyeleri yoksulluğun ve eşitsizliğin sürekliliğine yol açarken, göçün de süreklilik göstermesine neden olmaktadır. Yani yoksulluk ve eşitsizlik düzeyi düşürülmeden göçün azalması veya gelişmiş ülkeler üzerindeki göçmen baskısının ortadan kalkması mümkün görünmemektedir.
Göçün ortaya çıkmasını, göçe katılan bireylerin ve ait oldukları toplumsal yapıların göçe katılımını açıklayan birtakım yaklaşımlar ve teoriler vardır. Bu yaklaşım ve teoriler, içinde bulunulan sosyal ve ekonomik ortamlara, insan tutum ve davranışlarını etkileyen sosyo-psikolojik özelliklere ve mekan-insan etkileşimini açıklamaya çalışan psikocoğrafyaya göre göçü açıklamaya çalışmışlardır. 1885’te Ravenstein, göçün ekonomik nedenlere bağlı olarak gerçekleştiğini vurgulamıştır (Jackson, 1986; Yalçın, 2004; Çağlayan, 2006). İkincisi, 1966 yılında Everett Lee tarafından ortaya atılmıştır ki, (1. yaşanan yer, 2. gidilecek yer, 3. engeller ve 4. bireysel farklılıklara vurgu yapılmıştır) kısaca itme-çekme kuramı olarak adlandırılmaktadır (Yalçın, 2004; Çağlayan, 2006). Bu teori Türkiye’de de hala fazlasıyla göçü açıklamada kullanılır. Fakat birçok karmaşık ilişkilerden meydana gelen göç sürecinin çok kolay açıklanamayacağını belirtmek lazım. Çünkü göçü makro faktörlerin (kişilere bağlı olmayan) yanı sıra mikro (kişilere bağlı) faktörler de belirleyebilmektedir. Günümüzde bazı itme-çekme koşulları göçmenlerin engelleri aşmak için kararlılığını güçlendirebilmektedir. Buna Ortadoğu kaynaklı göçmenlerin uluslararası transit ülke Türkiye’nin veya hedefte yer alan Avrupa ülkelerinin sınırlarını karadan ve denizden aşmak için ölümü dahi göze alabilmesi örnek verilebilir. Göçü ekonomik nedenlerle açıklayan William Petersen (Petersen, 1958; Çağlayan, 2006), kesişen fırsatlara dayandıran Stouffer (Stouffer, 1940; Çağlayan, 2006), merkez-çevre ilişkisine bağlayan Samir Amin, Immanuel Wallerstein, Andre Gunder Frank (Oktik, 1997; Abadan-Unat, 2002; Çağlayan, 2006), yoksulluk, eşitsizlik ve insan hakları ihlallerine bağlayan Castles, Haas, ve Miller (Castles, Haas, ve Miller, 2014; Çağlayan, 2006) gibi pek çok göç kuramı da bulunmaktadır. Bu kuramların günümüz göçlerini açıklamada en başarılı olanı “İlişkiler Ağı Kuramı”dır. Bu kuramın ana dayanağını göçmenlerin göç ettikleri ülkede oluşturdukları, aynı zamanda göç alan ülke ile göç veren ülke arasında meydana getirdikleri sosyal ağların varlığı ve bu ağların, devam eden karşılıklı göçler üzerine olan etkisi oluşturmaktadır (Abadan-Unat, 2002; Çağlayan, 2006). Bunun örneklerini Avrupa’dan güney ve kuzey Amerika’ya, Türkiye’den Avrupa ülkelerine, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş göçmenlerde de ilişkiler ağını görebiliriz.
Günümüz göçlerini pek çok göç kuramının ortaya attığı görüşlerden faydalanarak açıklamak olasıdır, ancak göçün öznesi insandır ve insan davranışları pek çok kültürel unsura (inanç, üretim biçimi, tüketim anlayışı, sınıfsal yapı, vb.) göre değişiklik gösterir. Buna göre, nedeni ve gerçekleşme biçimi ne olursa olsun ortaya çıkan nüfus hareketleri dünya üzerinde farklı kültürlerin olumlu veya olumsuz etkileşimine yol açmaktadır.
Göçün çok önemli bir bölümü ülkelerin sınırları içerisinde farklı nedenlere bağlı olarak mevsimlik, devirli veya sürekli yerleşme amacıyla gerçekleşen nüfus hareketidir. İç göçün nedeni bazen ekonomik bazen de sosyal ve siyasal kaynaklı olabilir. Bu iç göçler yatay ve dikey yönde gelişebilmektedir. Yatay iç göçler kırdan kıra, kentten kente gerçekleşirken, dikey göçler ise kırdan kente ve kentten kıra gerçekleşebilir. İç göç özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmemiş ülkelerde daha fazladır. Bunun nedeni bu ülkelerde kırsal-kentsel yerleşmeler arasındaki sosyo-ekonomik özelliklerin uçurum düzeyinde olmasıdır. Aynı şekilde küçük kentler ile büyük kentler arasındaki sosyo-ekonomik düzey büyük kentler lehine farklılık göstermektedir. Dolayısıyla Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, İran vb. gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmemiş ülkelerde kırsal nüfus göçüne bağlı olarak kent nüfuslarında sürekli bir artış vardır.
Gelir dağılımına göre ülke gruplarının kent nüfusu oranları
| 1960 | 2017 |
Yüksek gelir | 64 | 82 |
Üst orta gelir | 28 | 65 |
Orta gelir | 24 | 52 |
Düşük ve orta gelir | 23 | 50 |
Daha düşük orta gelir | 20 | 40 |
Düşük gelir | 13 | 32 |
https://data.worldbank.org/indicator/sp.urb.totl.in.zs (16/12/2020)
Uluslararası göçler de artan ulaşım olanakları ve bilişim teknolojilerinin gelişimine bağlı olarak hızla artmaktadır. Uluslararası göçler, her türlü ulaşım sistemleri ile gerçekleşebilmektedir. Fakat uluslararası göçlerde itici ve çekici faktörlerin etkisinde daha fazla engelleyici faktörler öne çıkmaktadır. Çünkü göçler için yapılan yasal düzenlemeler ülkeden ülkeye değişiklikler gösterir, fakat Birleşmiş Milletler nezninde oluşturulan çerçeve yasalar bulunmaktadır. Bu yasaların büyük bölümü doğal ve beşeri nedenlerle göçe zorlanan göçmenleri kapsamaktadır (https://www.iom.int/migration-law, R. Cholewinski, R. Perruchoud, and E. MacDonald, 2007). Serbest göçler için ise ülkelerin kendi ulusal göç yasaları geçerlidir. Örneğin ABD’de ülke sınırları içerisinde doğmak veya aile birleşmesi ile gelen eş ve 21 yaş altı evli olmayan çocuklar vatandaş sayılmak için yeterli iken (https://americanimmigrationcouncil.org), Avustralya ve Kanada gibi yasal göçmen kabulü fazla olan bazı ülkelerde belirli bir tutarda mülk edinmek, yatırım yapmak ve göç edilecek ülkenin dilini belirli bir düzeyde bilmek yeterli görülmektedir (https://www.canada.ca). Uluslararası göçmenlerin sayıları her geçen gün giderek artmaktadır. 1980 yılında dünya nüfusunun %2.3’ü göçmenlerden oluşurken (göçmenlerin 10 yıl gibi belirli süre geçtikten sonra göçmen sayılmaması söz konusudur) 2015’te bu oran %3.3’e ulaşmıştır. 2018 yılı itibariyle dünyada toplam 258 milyon göçmen vardır. Göçmenlerin 150.3 milyonu erkek işçilerden oluşur, geri kalanın 124.8 milyonu kadın, 36.1 milyonu çocuk, 25.4 milyonu kayıtlı mülteci, 4.8 milyonu ise öğrencidir (Global Migration Indicators 2018).
Uluslararası Göçmenler (1980-2015)
Yıl | Göçmen Sayısı | Göçmenlerin Dünya Nüfusuna Oranı (%) |
1980 | 101 983 149 | 2.3 |
1985 | 113 206 691 | 2.3 |
1990 | 152 563 212 | 2.9 |
1995 | 160 801 752 | 2.8 |
2000 | 172 703 309 | 2.8 |
2005 | 191 269 100 | 2.9 |
2010 | 221 714 243 | 3.2 |
2015 | 243 700 236 | 3.3 |
Kaynak: World Migration Report 2018, International Organization far Migration, UN Migration Agency.
Uluslararası göçlerin gerçekleşme nedenleri farklılık göstermektedir. Bölgesel çatışmaların, terörün ve savaşların ortaya çıktığı ülke veya bölgelerden göç etmek durumunda kalan göçmenler imkânlarına ve hedeflerine göre göç etmektedirler. Dolayısıyla bazen öncelikle kötü koşulların olmadığı en yakın ülkeye göç edilmektedir. Buna göre dünya üzerinde serbest göçlerin hedef ülkesi olmaktan uzak ülkeler de zorunlu göçlere maruz kalabilmektedir. Örneğin Asya’daki ve Ortadoğu’daki göç alan bazı ülkeler bu grupta sayılabilir. Fakat Batı, Kuzey ve Güney Avrupa’da yer alan ülkeler hem serbest göçmenlerin hem de zorunlu göçmenlerin en fazla gitmek istediği ülke grubunu oluşturmaktadır. Bu ülkelerden Almanya 2017’de 12 milyon göçmen ile başı çekmektedir. Almanya’yı 8.8 milyon ile Birleşik Krallık, 7.9 milyon ile Fransa izlemektedir. İspanya ve İtalya ise göçmen kaynağı durumunda olan Kuzey Afrika’ya yakınlıktan dolayı 5.9 milyon dolayında göçmen bulundurmaktadır. Amerika kıtasında ise Anglo Amerika olarak adlandırılan ABD ve Kanada en yüksek göçmen sayısına sahiptir. ABD 44 milyon göçmen sayısı ile dünya üzerinde en yüksek göçmen bulunduran ülkedir. Kanada ise 7.8 milyon göçmen bulundurmaktadır. Gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerin tamamında göçmen sayıları 1990’dan 2017’ye ikiye katlamıştır. İspanya’da 800 binden 5.9 milyona, İtalya’da 1.4 milyondan 5.9 milyona çıkmıştır. Doğu Avrupa ve Balkanlarda ise en yüksek göçmen sayısı 11 milyon ile Rusya’dadır. 1990’dan günümüze sayıda değişme olmamıştır. Diğer eski doğu bloku üyesi olan Ukrayna, Özbekistan, Belarus’ta ise azalma görülmektedir. Türkiye’de ise göçmen sayısı 1.4 milyondan 4.8 milyona çıkmıştır. Türkiye’de 3 katı aşan artışın en büyük sorumlusu ise Suriye savaşı dolayısıyla ülkelerini terk edenlerdir. Türkiye’yi öncesinde de etkileyen göç dalgaları olmuştur. Bunların en önemlisi Irak savaşıdır. Fakat Irak savaşında Irak’ın kuzeyinde oluşan otonom Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi oluşacak göç dalgalarını engelleyen bir tampon oluşturmuştur. Ortadoğu’da göç alan en önemli ülke 12 milyon ile Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan’ı ise 8.3 milyon ile Birleşik Arap Emirlikleri oluşturmaktadır. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde ortaya çıkan göçmen sayılarının bir bölümü iş imkânlarının oluşturduğu çekiciliğe bağlı gerçekleşen göçlerdir. Fakat önemli bir bölümü de Ortadoğu ülkelerinde sürüp gelen çatışma ve bölgesel savaşların ortaya çıkardığı zorunlu göçmenlerdir. En çarpıcı sonuç Ürdün’deki göçmen sayısının ekonomik açıdan daha çekici durumda olan Kuveyt’ten küçük bir miktar da olsa daha fazla göçmen bulundurmasıdır. Suriye savaşının yol açtığı göçler Ürdün’e göçmen yığılmasına yol açmış olmasaydı bu durum son derece anlamsız görünmektedir. Ancak Ürdün Suriye’ye sınırı olan bir ülkedir ve dolayısıyla Türkiye Suriye’nin kuzey bölgelerinden kaynaklanan göçleri, Ürdün de güney bölgelerinden kaynaklanan göçleri almıştır. Günümüzde en fazla mülteci sağlayan ülkeler Suriye, Afganistan, Güney Sudan, Myanmar ve Somali’dir.
(https://migrationdataportal.org/data?i=refug_origin&t=2017).
Yoksulluk sözcüğü TDK Türkçe Sözlükte “1. Yoksul olma durumu, yoksuzluk, sefillik, sefalet, fakirlik 2. Verimsizlik, yetersizlik.” olarak tanımlanmıştır. Kavramın sosyal ve kültürel yönü de olmakla birlikte genellikle ekonomik olarak değerlendirilmektedir. Yoksulluğun ilk tanımını, 1901’de S. Rowntree “yoksulluk, toplam kazançların, biyolojik varlığın devamı için gerekli olan yiyecek, giyim vb. asgari düzeydeki fiziki ihtiyaçları karşılamaya yetmemesidir” şeklinde yapmıştır (Mingione 1996; Sipahi 2005). Bu bağlamda, en basit anlamıyla yoksulluk; herkese iyi bir hayat temin edecek yeterli ve erişilebilir kaynakların olmayışıdır (Cox, 1975).
Dünya üzerinde yoksulluğun bulunduğu yerler günümüz ekonomik koşullarına uyum sağlayamamış toplumların bulunduğu alanlardır. Özellikle tüm Afrika ülkeleri, Çin ve Güney Asya, ayrıca Şili ve Arjantin dışındaki Latin Amerika ülkeleri yoksulluğun yoğun olduğu toplumlardır. Bunun dışında Rusya dışındaki eski Sovyet Cumhuriyetleri ile Romanya dışındaki diğer Balkan ülkeleri yoksulluğun yaygın olduğu ülkelerdir.
Dünya’da ortalama kişi başı yurtiçi ulusal gelir dağılımı
Kaynak: https://wid.world
Türkiye’de TÜİK tarafından bazı yoksulluk tanımları ve sınırları kullanılmaktadır. Buna göre, yoksulluk insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur. Dar anlamda yoksulluk, açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu iken, geniş anlamda yoksulluk, gıda, giyim ve barınma gibi olanakların yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade eder. Yoksulluk mutlak ve göreli olarak tanımlanmaktadır. Mutlak yoksulluk, hanehalkı veya bireyin yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması durumudur (Dumanlı, 1995). Göreli Yoksulluk ise bireylerin toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranının altında olması durumudur (Sipahi, 2005 ; Harvey, 1993). Refah ölçüsü olarak amaca göre tüketim veya gelir düzeyi seçilebilir.
Yoksulluk ve eşitsizlik genellikle birlikte görülür. Çünkü yoksulluğun ortaya çıkışında eşitsizlikler son derece etkilidir. Hem ülkeler arasındaki eşitsizlikler hem de ülke içi eşitsizlikler yoksulluğun ortaya çıkışında büyük ölçüde belirleyicidir. Yoksulluk ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerden ziyade gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerde yoğun olarak görülmektedir. Yoksulluk genellikle kırsal alanlarda yoğunlaşmakla birlikte kırsal alandan kentlere göç eden niteliksiz (kalifiye olmayan) nüfusun kentsel alanlarda da işsizlik ve düşük gelire bağlı olarak kentsel yoksulluğa yol açması söz konusudur. Diğer yandan kırsal ve kentsel yerleşmelerde aile içi ücretsiz iş gücü olarak yararlanılan, fakat ekonomik açıdan herhangi bir söz hakkı olmayan kadının yoksulluğu da kadın yoksulluğu olarak değerlendirilmektedir.
Kırsal yoksulluk dünya üzerinde her daim var olmuştur (Öztürk, 2018). Fakat günümüz ekonomik yapılanması içerisinde 20. yy’ın ikinci yarısından itibaren dikkatleri çekmeye başlamıştır. Çünkü, ikinci dünya savaşının bitimiyle birlikte hızlanan tarımda makineleşme gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerin tarımsal üretimleri arasında bir uçuruma yol açmıştır. Bu da kırsal üretimde asimetrik bir duruma yol açmıştır. Endüstrileşmiş ülkelerin büyük bir bölümü pek çok üründe dünyada ilk 10 içerisinde yer almaktadır. Kırsal yoksulluğun belirgin olarak dikkat çekmesi ise 1980’li yıllardan sonradır (Chambers, 1981, Gürsoy ve Dodurka, 2016). Kırsal yoksulluk üzerine yapılan çalışmaların ilkleri Asya (Hindistan) (Bardhan, 1984 ve El-Ghonemy, 1990) ve Latin Amerika (Kay, 2006) üzerinedir. Dünya üzerinde gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan gelişmemiş ülkeler arasında tarımsal üretimin asimetrik gelişimi gelişmiş ülkelerde tarımsal ürün fazlasını ortaya çıkarırken, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal üretim azalmasına ve krizlere, gelişmemiş ülkelerde de açlık ve yetersiz beslenmeye yol açmaktadır. Buna göre kırsal yoksullukla mücadele yürüten uluslararası kuruluşların çabaları yetersiz kalmaktadır. Dünya üzerinde 2005 yılında 945 milyon (% 14.5) olan yetersiz beslenen sayısı 2014’te 783.7 (% 10.7) milyona kadar geriletilmiştir. Fakat bu tarihten sonra tekrar artışa geçmiştir. 2017 yılında yetersiz beslenenlerin sayısı 820.8 milyona (% 10.9) tırmanmıştır. Türkiye’de ise yoksulluğa karşı yürütülen mücadelede kentlerde gıda ve gıda+gıda dışı yokluğuna karşı başarılı olunduğunu göstermektedir. Fakat kırlarda gıdada başarılı olunmasına karşın gıda+gıda dışı yoksullukta ise başarılı olunamadığı görülmektedir (Alemdar, Demirdöğen, Ören, 2012; TÜİK, 2017).
Kentsel yoksulluk, sanayi devrimi ile birlikte kentlere doğru ortaya çıkan göçlere bağlı olarak artmıştır. Kentlerin hızla nüfus çeken üretim merkezleri haline gelmesi, refah ve zenginlik beklentisi taşıyan pek çok insanın kentlere akın etmesine yol açmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında sanayinin ve ticaretin savaş ekonomisinden uzaklaşarak normalleşme sürecine girmesi gelişmekte olan ülkelerde de sanayi tesislerinin sayılarının artışına neden olmuştur. Bu durum gelişmekte olan ülkelerde kent nüfusunda hızlı bir artışa yol açmıştır. Kırsal alanlardan iş umuduyla kentlere gelen nüfusun karşılaştığı en büyük sorun barınma ve beslenmedir. Bunun en büyük kanıtı gelişmekte olan ülkelerin kentlerindeki gecekondu sayılarıdır (Karaboran 1988). Son yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde gecekondu oranları düşerken gelişmemiş ülkelerin kentlerine hızla artan kırsal göç hareketi gecekonduların artmasına yol açmıştır. Gecekondu yerleşimleri adeta kentsel yoksulluğun sembolleridir. Bu nedenle kent yoksulluğu ile mücadele kapsamında Birleşmiş Milletler’in gecekonduların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaları söz konusudur. 2016 Dünya Kentler Raporuna göre gelişmekte olan ülkelerde 1990 yılında 689 milyon olan gecekondu nüfusu 2014 yılında 880 milyonu çıkmıştır.
Dünya’da gecekondu oranının en yüksek olduğu ülkeler
| Ülkeler | Gecekondu Oranı |
1 | Güney Sudan | 96 |
2 | Orta Afrika Cumhuriyeti | 93 |
3 | Sudan | 92 |
4 | Çad | 88 |
5 | Sao Tome and Principe | 87 |
6 | Gine-Bissau | 82 |
7 | Mozambik | 80 |
8 | Moritanya | 80 |
9 | Madagaskar | 77 |
10 | Sierra Leone | 76 |
11 | Kongo Demokratik Cumhuriyeti | 75 |
12 | Haiti | 74 |
13 | Etiyopya | 74 |
14 | Somali | 74 |
15 | Nijer | 70 |
Türkiye’de de kentsel yoksulluk ile mücadelede belirli bir mesafe alındığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle gıda yoksulluğu oranı son derece düşmüş ve % 1’in altına inmiştir. Fakat kent yerleşmelerinde gıda+gıda dışı yoksulluk oranı 2009 yılı itibariyle ancak % 8,86’ya indirilmiştir. Kırsal yerleşmelerde ise gıda yoksulluğu % 1,5’un altına inmişken gıda+gıda dışı yoksulluk oranı 2002’de %34,48 iken 2009’da % 38,69’a çıkmıştır. Bu durumun en büyük nedeni Türkiye’de izlenen tarım politikaları sonucunda tarımsal üretimde ortaya çıkan üretim maliyetinin küçük tarımsal işletme sahiplerinin geçim koşullarına yansımasıdır. Dünya ölçeğinde de küçük tarımsal işletmelere dayalı ekonomiye sahip ülkelerin yoksulluk oranı hem kırsal hem de kentsel yoksullukta daha yüksek orana sahiptir (Demirdöğen, Alemdar, Ören, 2012).
Kaynaklar