PALLECİ DİLİ
Prof.Dr.Kemal KOCABAŞ
Dağarcığımda bütün güzelliği ile olmasına karşın, “Palleci” kelimesini uzun süredir kullanmıyordum ve duymuyordum. İzmir'de 2009 yılında düzenlediğimiz “Mustafa Necati Sempozyumu” sonrası Sevgili Dr.Oktay Gökdemir’in katkılarıyla gerçekleşen ve bir kültür şölenine dönüşen akşam yemeğinde Yaşar Üniversitesi öğretim üyesi arkadaşım Dr. Eftal Sevinçli; “Bu sempozyumu düzenleyen arkadaşım, Kemal Kocabaş'ın köyünün çok önemli bir kültürel zenginliğinden, Palleci Dilinden bahsedeceğim” diyerek söz aldı ve Palleci Dilini yemekte bulunanlara anlattı.
Bu sihirli kelimeyi duyunca yüzümde oluşan tatlı bir tebessüm ile köylülerimin, büyüklerimin, dedelerimin, amcalarımın eşek, katır, at sırtında iki-üç ay boyunca “yabana gitmek” olarak adlandırdıkları köyden ayrılıp, köye dönüş öyküleri ve onların geleneksel bakırcılık mesleğini, onların kendi aralarında ürettikleri iletişim dilini anımsadım. Ertesi günü de Efdal Hoca’dan bir elektronik ileti aldım. Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde 14-15 Mayıs 2009 tarihlerinde yapılacak 23. Ulusal Dilbilim Kurultayı'na “Muğla Yöresinden Gizli Bir Dil : Palleci Dili” başlıklı bir bildiri ile katılıyordu. Bildiri özetini bana göndermişti. Kavaklıdere'nin zeki insanlarının, yaklaşık iki yüz yıllık tarihleri boyunca günümüze taşıdıkları bu çok yerel ve özel dilin bir bilimsel kurultayda yer almasından ve bilimsel bir projeksiyonla irdelenmesinden büyük bir mutluluk duydum.
Sevgili babam, 1940 yılında Kızılçullu Köy Enstitüsüne öğrenci olmadan ilkokul sonrası üç yıl boyunca babası, kardeşleri ve amcalarıyla at, eşek sırtında bakırcılık yaptıklarını anlatmıştı. Koşulların ağırlığı nedeniyle bakırcılığı bırakıp Kızılçullu’da öğrenci olduğunu ifade ederdi. Kavaklıdere’de konuşma dilinde hep” yaban” kelimesi vardı. Yakınlarının nerede olduğu sorularının yanıtı “yabanda” olarak verilirken ödenecek borçlar için “yabandan gelince” tarihi verilirdi genellikle. Bu yazıyı yazmadan çocukluğu, ilk gençliği yabanlarda bakır satmakta, bakır yapmakta geçen, Tire'de oturan Sevgili Amcam Mustafa Kocabaş ve İzmir'de bulunan Muğlalılar Limited Şirketi sahiplerinden Kavaklıdereli arkadaşım Nusret Boz ile konuştum. Onlarla “bizim Pallecilerin tarihi” üzerine söyleştik. Bilinenleri birbirimize aktardık. Bu iki güzel insanı daha sonra sonsuzluğa uğurladık.
Kavaklıdere halkının geleneksel mesleği bakırcılıktır. Çocukluğumda kasabanın her köşesindeki dükkanlarda çekiçle şekil verilen bakır ve çekiç sesleri yankılanırdı. Bakırcılığın Kavaklıdere'ye nasıl bir ilişkiyle taşındığına ilişkin çok net bilgiler bulunmamaktadır. Kavaklıdere'de bakırcılar benim çocukluğumda genellikle “ibrik, güğüm, kazan, dığan, çanak” yaparlardı. Yaptıkları bu ürünleri de Ege Bölgesi'nin tüm köşelerine genellikle hayvan sırtlarında, uzun süren yolculuklarla satmaya giderlerdi. Dönüşte de bu ürünlerin karşılığı para, yağ, bal ve değişik ürünlerle dönerlerdi. Aydın, Denizli, Afyon, Antalya ve Muğla'nın diğer tüm yerleşim yerlerine, köylerinde bu ürünleri satarlardı. Herkesin gittiği yer farklı farklıydı. Her yabana gidişte usta, çırak veya çıraklar bulunurdu. Yabana gidilen yerlerde köy odası denilen misafirhaneler varsa orada kalınır ya da orada oluşan dostluklarla evlerde kalınırdı. Bakırcılık köyümün insanları için bir çıkış noktasıydı. Yoksulluğu yenmenin, aç kalmamanın, çocukların ve ailenin geçimini sağlamanın adıydı. Yorucu, külfetli ve tüketen bir meslekti. Kavaklıdere'de ham bakırı satan birkaç tüccar da, esas parayı kazananlardı. Yaptığım görüşmelerde, çocukluk gözlemlerimden anladığım kadarıyla bu zor koşullarda yabanda bulunan usta ve çırak, bulundukları köylerde yemek, yatmak, bazı zorunlu gereksinmelerini karşılayabilmek zorundaydı. Bu zorunluluğu diplomatik bir şekilde, onurlu bir şekilde çözmek ve alışveriş ilişkilerini düzenlemek için kendi aralarında bir dil üretmek zorunda kalmışlar. Bu dilin altında zeki ve insani bir yaratıcılık olduğu çok açık.
“Palle” bu yerel, mesleki dilde “Bakır” anlamında iken, “Palleci” ise, bakırcılık ve kalaycılık yapanlara verilen genel bir isim olarak adlandırılmaktadır. Zaman zaman da bakırcı, kalaycı, palleci yerine “kapçı” kelimesi de kullanılmaktadır. Kullanılan ve günümüzde biraz unutulmaya başlayan bu dilde görülen en önemli özellik; kelimelerin insanların bire bir gözlemlerinden ve yaşadıkları olaylardan kaynaklandığı gerçeğidir. Yumurtanın palleci dilindeki karşılığı “küllük işi” olarak tanımlanıyor. Büyük bir olasılıkla yollarda, kaldıkları yerlerde, yumurtayı sıcak külde pişirmenin pratiğinden bu kelimenin doğduğu görülüyor. Su için söylenen “söğüt işi” suyun bulunma olasılığı yüksek olan bir ağacı tanımlaması, yük hayvanı sevimli eşekler için söylenen “çimendifer” kelimesi de, o dönemin en önemli ulaşım aracı olan treni çeken “Lokomatif”ten kaynaklandığı ifade edilebilir. Bakırcı dilinde ev, dükkan yerine kullanılan “zindan” kelimesi, büyük oranda kapalı alan algılaması veya yörüklerde doğadaki yaşamın yüceliğini ifade etmek için kullanıldığı söylenebilir. Bu tanımlamaların altında yörük kültürü, Karya kültüründen kalan izler olduğunu düşünüyorum. Bir dönemler Nazilli'nin özellikle Osmanlı döneminde panayır yeri olması nedeniyle, para yerine “nezilli” denmesini de bu çerçevede anlamak mümkün.
Bu kelimelerin yan yana gelmesiyle oluşan küçük cümlelerde alışveriş sırasında usta-çırak arasında “Metrek çeklemesin-Yabancı bilmesin”, “Metrek ovansın-Yabancı gitsin”, “Metrek kös-Bu yabancı yaramaz, bundan iş çıkmaz”, “Metrek yıkım-Bu yabancıdan iş çıkar, alışveriş yapılabilir”, “Söğütkökü sürtmek, nasıf sürtmek-Yemek, içmek” gibi cümlecikler kurulabilmektedir. Özellikle bakırcı ve çırağı akşamları kalacakları, yemek yiyecekleri evlerle ilgili “Zindana alır mı?-Bizi eve alır mı?”, “Nasıf sürttürür mü?-Bize yemek verir mi?” gibi bir eve konuk olmadan önce kendi aralarında durum saptaması yapmanın tümceleri olarak karşımıza çıkıyor. Her haliyle Palleci dilinde yabana gidilen yerlerde kendini koruma, yaşamı idame ettirmek ve hayatı kolaylaştırmak gibi bir felsefenin olduğu ifade edilebilir.
Palleci dili; köyünden, memleketinden iki, üç ay gibi uzun süre ayrılan insanların ürettikleri biraz “illegal-gizli” bir mesleki dil olarak görülmektedir. Daha çok Kavaklıdere, Çayboyu, Menteşe, Çamyayla ve Çataklıların bu dili kullandıkları bilinmektedir. Palleci Dili üzerine ilk derlemeler, kültür tarihi çalışmalarının 1930'lu yıllarda, bu bölgelerde eşek sırtında, adım adım gezen öğretmen Zekâi Eroğlu tarafından yapıldığı, onun 1939 yılında yayımladığı “Muğla Tarihi” kitabında yer aldığını ifade eden Dr. Efdal Sevinçli, bana ilettiği bildiri özetinde “…Yüzyıllar boyu, bakırcı esnafının bir meslek dili olarak kullandığı, gizliliğini yitiren bir meslek dilinin “Palleci Dili”nin bugününü, söz dağarcığını ve tümce yapısını yeniden sorgulamayı amaçlıyorum. Toplumsal yaşamımızdaki yeni ilişkiler, koşullar, alışkanlıklarımızı, gereksinimlerimizi de hızla değiştiriyor. Yüzyıllar boyunca Kavaklıdere-Nazilli eksenindeki köylerde, kasabalarda gezerek ticari ilişkilerini sürdüren bakırcılar, ticaretin değişen koşullarında, açıklığa yönelen ilişkilerde, müşterilerin özellikle gizliliğe duydukları tepki nedeniyle palleci dilini kullanmaktan kaçındılar. Kişisel anlaşmalarında bile bu tepkinin ürküntüsünü yaşadılar. Ve Palleci Dili, bir mesleğin gizli dili olma niteliğini bugün yitirdi...” saptamasını yapmaktadır.
Arkadaşım emekli öğretmen Mehmet Gülhan'ın 2008 yılında yayınladığı kitap da, palleci diliyle ilgili ve kültürel tarihimizle ilgili önemli bir katkı olmuştur. Sevgili Kardeşim Yatağan Maden-İş Sendikası Başkanı, CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin'in kurduğu “Palleciler” adlı internet sitesi “http://palleci.blogspot.com/” de, bu anlamda bir zenginlik olmuştur.
Sayın Dr. Efdal Sevinçli'nin katkısıyla köyümün öz tarihi, öz kültürü ile ilgili bu yazıyı yazmayı çok önemsedim. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Bu çalışmaları genişletmek için, yerel yönetimlerde bulunan arkadaşlarımızın, yerel kültürel tarihimiz ile ilintili bu çabalara katkı vermelerini diliyorum. Yerel kültürün, ülkenin kültür tarihi için çok önemli zenginlik olduğunu düşünüyorum.
Bu anlamda, Yatağan-Çine karayolu üzerinde yaz-kış hediyelik bakır eşya satan Kavaklıderelilerin de bu kültürel zenginliğin tanıtılmasında önemli katkılar sağladıklarını görmek, duymak da bizleri çok mutlu ediyor. Yaşamı gurbetlerde, yabanlarda, çok zor koşullarda “ekmek parası” için geçen tüm Pallecilerin anılarına, emeklerine, aziz hatıralarına saygıyla…