TarihHaber Girişi : 08 Mayıs 2021 16:03

Tanzimat’tan Meşrutiyet’e İzmir’in Kültür Envanterine İlişkin Bazı Gözlemler  (II)

Tanzimat’tan Meşrutiyet’e İzmir’in Kültür Envanterine İlişkin Bazı Gözlemler  (II)

Tanzimat’tan Meşrutiyet’e İzmir’in Kültür Envanterine İlişkin Bazı Gözlemler  (II)

                                                   Dr. Bahar Arslan*

İzmir Matbuatı’nın Yeni Hitabet Kürsüleri: Dergiler

Kitapları “fazla ciddi”, gazeteleri “fazla sorumsuz”, dergileri ise “hür tefekkürün kalesi” şeklinde değerlendiren Cemil Meriç bu durumu kitapların çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı”; dergilerin ise “bir zekâlar topluluğunun ve bir neslin vasiyetnamesi daha doğrusu mesajı” olmasına bağlar. Kapanan her dergiyi “kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar” olarak nitelendiren Meriç, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte dergilerin uzun soluklu olamayışını ise şu sözleriyle etüd eder: “Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok.” [1] Osmanlı’da Münif Paşa’nın kurduğu Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniyye tarafından yayımlanan ilk dergi olan Mecmua-yı Fünun’dan sonra ilk çocuk dergisi Mümeyyiz ile ilk kadın dergisi Terakki-yi Muhadderat, ilk mizah dergisi Diyojen, ilk resimli dergi Mir’at gibi ilklerin ardından pek çok derginin dönemin matbuatını zenginleştirdiğini biliyoruz.

Anılan süreçte Mecmua-yı Fünun’dan yirmi iki yıl sonra Ziya Somar’ın “hüda-yı nabit zekalar” olarak tanımladığı Halit Ziya[2], Bıçakçızade Hakkı ve Tevfik Fikret’in 1884’te çıkardığı Nevruz, denilebilir ki İzmir’in kültür envanterindeki önemli düşünsel dönüşümlerin habercilerinden birisi olmuştur.[3] İzmir’in ikinci dergisi Ali Sacid Efendi’nin 1896 Nisan’ından itibaren neşrettiği Terakki Mecmuası’dır. Tokadizade Şekip’in baş muharrir olduğu dergi Agop Zakaryan’dan, Maraşlı Kamil Efendi’ye, Nureddin Ferah’tan Doktor Edhem Bey’e, Mehmed Remzi Bey’den Samipaşazade Sezai Bey’e kadar çok sayıda muharririn yazılarıyla okuyucularına zengin bir içerik sunmaya çalışmıştır. [4] Mehmet Necati Efendi’nin 1897 yılının Şubat’ından itibaren yayımladığı Şule-i Edeb ise kentin üçüncü dergisi olmuştur. Yenişehirlizade Halid Eyüb, Ermenekli Hasan Rüştü, Mustafa Nedim, Selim Sırrı Bey, Bıçakçızade Hakı Bey ve Mehmet Remzi farklı türdeki yazılarıyla dergiye katkı sunmuşlardır. Keza 1898 Ocak’ından itibaren Mehmet Zihni Efendi’nin imtiyaz sahipliğinde çıkan Muktebes, Abdülhalim Memduh, Ermenekli Hasan Rüştü, Şair Eşref, Hafız İsmail, Resmolu Ebül Fevzi, Mehmet Ferit gibi yazar ve şairlerin içinde yer aldığı kalabalık bir kadroyla neşredilmiştir.

Hiç kuşkusuz II. Meşrutiyet döneminde sayıları artan gazetelerin yanı sıra dergiler de halka ulaşma noktasında birer hitabet kürsüsü gibi görülmüştür. Bu bağlamda Kokorok, Edeb Yahu, Gencine-i Edeb, İbiş, İmtiyaz, Neşter, Haftalık Musavver Emel, İğne, Çapkın, Tokmak, Gençlik, Talebe, Tan, Yeni Lisan Müdafi’ Yeni Hayat, Türk Çocuğu, Hıyaban, Muallim, Zeybek gibi mecmuaların kentin kültür envanterine dahil edildiği gözlemlenir. [5]

Mecmuaların henüz esamesinin okunmadığı bir süreçte yapılan bu çalışmalarla esasen anılan muharrirler tarafından İzmir matbuatının önemli bir açığı kapatılmak istenmekteydi. [6] Her ne kadar Mehmet Necdet, Hüseyin Rıfat, Resmolu Ahmet Mithat gibi isimlerin birer birer tutuklanarak menfalara sürgün edilmesi zaman zaman bu cesareti kıran bir iklim yaratsa da İzmir basını Baha Tevfik, Ömer Seyfettin, Süheyl Feridun, Şahabeddin Süleyman, Celal Sahir, Ali Süha ve Türkçü Mehmet Necib gibi aydınların gazetelerde hemen her gün yerini bulan makaleleriyle istibdat devrinin son günlerine yaklaştığının adeta müjdeleyicisi olmuşlardır.[7]

Entelektüel Birikiminin Mümtaz Taşıyıcıları Olarak Kütüphaneler

Anadolu’da bin yıllık geçmişleri olan ve hemen hepsi vakıf kurumları olarak tesis edilen kütüphanelerin 1895-1896 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde rakamsal değerlerine bakıldığında 323 kütüphanenin %14’ünün İstanbul’da, %8’inin Balkan vilayetlerinde, %53’ünün Anadolu vilayetlerinde, %2’sinin ada vilayetlerinde ve %23’ünün de Ortadoğu ve Arap vilayetlerinde olduğu gözlemlenir. Ancak Kastamonu, Konya, Sivas, Bursa, Musul, Halep gibi önemli kentlerde kütüphane ve kitap sayısının görece fazla olduğu hemen fark edilir. İzmir’i de bu şehirlere dahil etmek olasıdır.

Osmanlı’da bilinen ilk müstakil binaya sahip kütüphane Köprülü Kütüphanesi olmakla beraber vakıf kütüphanelerinin dışında müstakil kütüphanelere de rastlanmaktaydı. Nitekim klasik dönemden itibaren Fatih Külliyesi, Süleymaniye Külliyesi, II. Beyazıt Külliyesi, Selimiye Külliyesi gibi büyük vakıfların kütüphanelerinin dışında Ragıp Paşa Kütüphanesi, Yusuf Ağa Kütüphanesi, İskender Paşa Kütüphanesi gibi devlet adamlarının açmış olduğu kütüphaneler de vardı.[8] Ayrıca Hendesehane, Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, Humbarahane, Mühendishane-i Berr-i Hümayun, Harb Okulu, Mızıka-i Hümayun ve Tıbhane-i Amire gibi modern Osmanlı eğitim kurumlarında matematik, astronomi, tarih, coğrafya, eczacılık, jeoloji gibi farklı disiplinlerden kitapları muhafaza eden zengin içerikli kütüphanelere rastlamak mümkündür. Keza Encümen-i Daniş (1851), İstanbul Rum Cemiyet-i Edebiyyesi (Ellinikos Fillopikos Sillogos) (1861), Tercüme Cemiyeti (1866) ve Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniyye (1862) gibi bilim derneklerinin kütüphaneleri de bu silsileye dahil edilebilir.[9]

Bu bilgilerin ışığında İzmir kütüphanelerine bakıldığında modern anlamda kütüphaneler kurulmazdan evvel kentte medrese, cami ve vakıfların bünyesinde oluşturulan kütüphanelerin varlığından bahsedilebilir. Nitekim Şadırvan, Hisar, Kemeraltı ve Müftü camilerinin el yazma eserlerle dolu kütüphanelerinin yanı sıra Bezzaz Hacı Ali Ağa’nın Hatuniye Camisi’nde yaptırdığı kütüphanesi bu çerçevede değerlendirilebilir. [10]

İzmir’de Müslüman-Türk toplumunun yararlanması için çağdaş anlamda kurulan ilk kütüphane ise Giritli Ali Efendi’nin Eşrefpaşa’daki özel kütüphanesidir. Maddi olanaksızlıklardan dolayı kirasını ödeyemez duruma gelince kütüphanesini Kadifekale’ye taşıyan Giritli Ali Efendi tek başına bu işin üstesinden gelemeyeceğini düşününce bütün kitaplarını 1912’de kurulacak olan İzmir Milli Kütüphane’ye[11] devredecektir. Giritli Ali Efendi’nin yanı sıra Hükümet Caddesi’nde Hafız Ahmet Tatar Efendi, onun biraz daha ilerisinde bulunan Hafız Sabri, Odun Pazarı’nda Mahmut Celalettin ile Keşişyan Efendi’nin kütüphanesi anılan dönemde kentin belleğini diri tutmaya çalışan kütüphanelerdi.

19. Yüzyılda Değişen Gündelik Yaşam Pratikleriyle İzmir

Tanzimat döneminden itibaren eski tarz-ı idareden Halil İnalcık’ın da vurguladığı üzere “garp medeniyet dairesine” doğru giriş yapan Osmanlı yönetimi[12] içtimai, iktisadi ve siyasi anlamda dönüşümün habercisi olan adımları atmaya başlar. Hukukun üstünlüğü ilkesinden, ferdi hürriyet sahasının teşkiline, kurumsallaşma çalışmalarından, usul-ü meşveretin müesseleştirilmesine kadar pek çok gelişmenin kaydedildiği bu dönemde batılı yaşam kodları da sirayet etmeye başlar. Nitekim bürokrasinin güçlendiği, yeni bir aydın tabakasının gelişim gösterdiği ve kadının toplumsal yaşamda kendini daha rahat ifade etmeye başladığı bu ılımlı özgürleşme sürecinde gündelik yaşam pratiklerinin de dönüştüğü fark edilir.

19. yüzyıldan itibaren yükselen ticari potansiyeli, zenginleşen demografik yapısı ve Akdeniz çanağındaki özel konumu ile imparatorluğun avangard liman kentlerinden birisi haline gelen İzmir hemen her anlamda değişim olgusunun öznesi haline gelmiştir. Anılan süreçte Levanten liman burjuvazisi imparatorluğun devletten bağımsız gelişen ilk burjuvazisi olurken Rum, Ermeni ve Musevi cemaatleri onların açtığı yoldan söz konusu iktisadi yapının tamamlayıcılarını oluştururlar. Bu sürece daha sonraları Evliyazadeler, Uşakizadeler, Katipzadeler, Kapanizadeler gibi yerli Müslüman-Türk tücceran taifesinin temsilcilerinin de katılması kentte Levant ticaretiyle meşgul bir liman burjuvazisinin halkalanarak gelişmesini sağlar. Ancak liman burjuvazisinin kentteki etkinliği sadece iktisatla sınırlı kalmamıştır. Onlar açtıkları okullar, çıkardıkları gazeteler, gündelik yaşam pratiklerine sirayet eden eğlence anlayışları ile sosyo-kültürel değişimin de katalizörü olurlar. Tenis, golf, futbol, at yarışları gibi uğraşlar, batılı yaşam kodlarının liman burjuvazisi tarafından sergilenen en rafine örneklerini oluştururken kafeler, restoranlar, kulüpler, gazinolar, sinema ve tiyatro salonları ise söz konusu yaşam tarzının kentin mekânsal görünümündeki tezahürleri olurlar. Daha açık bir ifadeyle söylenilecek olunursa liman şehirlerinde ortaya çıkan bu kozmopolit burjuvazi bir taraftan Batılı değerleri bir Doğu coğrafyasında yayarken diğer yandan da doğulu yaşam kodlarında meydana gelen önemli değişimlerin tetikleyicisi olur. Bundan sonra deve güreşleri, avcılık, helva sohbetleri, bayram şenlikleri ve hamam eğlenceleri gibi geleneksel eğlence anlayışına dahil edilebilecek etkinlerin yerini, gazino, kafe, bar ve restoranlara gitmek, balo ve davetlere katılmak, tiyatro ve temsillerini izlemek, geziler düzenlemek gibi aktiviteler almaya başlar.

Esasen 19. yüzyıl İzmir’i artık Frenk Mahallesi, Punta, Kordon boyu ve ünlü Ayafotini Kilisesi’nin yanındaki Meyhane Boğazı diye bilinen ve havagazıyla aydınlatılan bölgelerdeki şık dükkanları, Levanten köşkleri, sinema, tiyatro, kulüp ve gazinolarıyla Avrupa’nın Asya’daki bir uzantısı gibi görünüyordu. Kente gelen Batılı seyyahlar onu bir Avrupa kentine benzetmekten kendilerini alamıyorlardı. Şehir alabildiğince kozmopolit bir toplumsal hareketlilik içinde gelişiyor ve bu toplumsal mobilizasyon onun yaşam tarzını belirleyen ana akslardan birisini teşkil ediyordu. Farklı kültür ve tasavvurlara ev sahipliği yapan kent bu farklılıklardan beslenerek büyüyordu. Rejim karşıtı muhalifler, sürgün edilenler, imparatorluğun bekasından endişe eden münevverler gazete sütunlarında yer bulan makaleleri ve kentin her köşesinde tartışmaya açtıkları düşünceleriyle farklılıklara tahammülden beslenen ve kültürler arası diyaloğun kapılarını aralayan bir yaşam formunun gelişimine katkı sunuyorlardı. Kısacası kent kültürüyle bütünleşen kentliler özgürleşiyordu. Örneğin genç kızlar ve hanımefendiler sinema, tiyatro, balo ve davetlere en güzel tuvaletlerini giyerek katılıyor, erkekler ise fraklarını giyerek onlara eşlik ediyorlardı.  Kordon’daki Odeon Tiyatrosu, Paris, Pathe, Key, Gay sinemaları, Kafe Bela Vista, Kafe Luca, Sporting Club, New Club, Concordia, Monaco gibi kulüp ve mekanlar hemen her gün dolup taşıyordu. Gündüz ikinci çaylarında, gece davet ve balolarda boy gösterenler hafta sonlarında ise futbol, tenis, bisiklet, yüzme,  kürek, kriket ve av partileri gibi hobi ve uğraşlar için bir araya geliyorlardı. [13] Bütün bunların toplamında denilebilir ki kent gelişimine tanıklık eden kentlilerle birlikte kendi hafızasını inşa ediyordu.

 

Kentin Sohbet Mahfelleri Olarak Kahvehaneler –Kıraathaneler-Çayhaneler

Öte yandan Osmanlı aydınlarının bir araya geldiği mahfeller arasında gazete idarehanelerinin yanı sıra dönemin ideolojik atmosferi içinde toplumu mobilize eden bazı başka sosyal mekânlar olarak kahve[14]haneler ve çayhaneler gibi kamusal alanlardan da söz edilebilir. Bu bağlamda kahvehaneler hem Müslüman hem de gayr-ı Müslim tebaanın vazgeçilmez toplumsallaşma alanları olma özelliğini bu dönemde de korumaya devam etmişlerdir. Bu noktadan hareketle anılan dönemde nasıl ki İstanbul’da kentin münevverlerinin vazgeçemedikleri uğrak merkezleri hükmünde Divanyolu’nda Abdullah Çavuş’un Diyarbekir Kıraathanesi, onun biraz ilerisinde Suriye Çayhanasi, Sirkeci’de Sotiri’nin işlettiği Selanik Kıraathanesi, Beyazıt’ta Safa Kıraathanesi gibi kahvehaneler var idiyse İzmir’de de kentin adeta irfan merkezleri gibi işlev gören bazı kahvehanelerden bahsetmek olasıdır. [15]

 Kültürümüze dört yüz yılı aşkın bir süre önce girmiş olan ilk toplumsal din dışı mekânlardan biri olan kahvehanelerin İstanbul’a gelişi 16. yüzyıla tarihlenmektedir. Kahvehaneler halk masalları, destanlar ve şiirlerin okunduğu; Karagöz, hokkabaz, orta oyunu ile meddah gösterilerinin sergilendiği, satranç, tavla, domino, kağıt, tombala gibi çeşitli oyunların oynandığı, fasılların düzenlendiği, kahve, çay ve nargilelerin içildiği mekanlar olmanın ötesinde işlevselliklerine göre esnaf kahvehaneleri, yeniçeri kahvehaneleri, tulumbacı kahvehaneleri, aşık kahvehaneleri, semai kahvehaneleri ve meddah kahvehaneleri şeklinde de farklılaşabilmekteydi. [16]

İzlerini 17. yüzyıldan itibaren gezginlerin notlarından sürebildiğimiz İzmir kahvehanelerinin sayısı 1671’de buraya gelen Evliya Çelebi’ye göre  40 kadardı. Bununla birlikte İzmir kahvehane kültürünün ayrıntılarına ilişkin verilere çoğunlukla 19. yüzyıl kaynaklarında rastlanmaktadır. Resmi kayıtlara göre İzmir’de 1891’de 496 kahvehane vardı. Anılan süreçte liman ve iç kesimler arasındaki ticaret kervanlarla aktığından Anadolu’nun iç kesimlerinden gelen kervanlar Kervan Köprüsü üzerinden geçerek dünyanın bilinen en eski açık hava çarşılarından birisi olan Kemeraltı’na uzanmaktaydı.[17] İşte kervanların kente giriş noktası olan Kervan Köprüsü civarından Tilkilik, Anafartalar ve Namazgah güzergahını takip ederek Kemeraltı çarşısına uzanan bu çizgide sıra servilerin, çınar, badem, limon ve asma ağaçlarının gölgelediği çok sayıda kahvehane yer almaktaydı. Bu kahvehanelerden bazıları depo ve hanların yoğunlukta olduğu yerlerde amele pazarı görünümündeyken bazıları da Hacı Ali Paşa, Meserret, Gaffarzade, Askeri Kıraathane gibi otellerin alt bölümlerinde işletilen kahvehanelerdi.[18] Ayrıca şehrin kalbinin attığı merkezi bölgelerdeki bu kahvehanelerin yanı sıra Karşıyaka ve Urla gibi periferi semtlerde işletilen kahvehaneler de vardı.

Öte yandan milliyetçilik rüzgarlarının estiği ve savaşların ardı ardına yaşandığı 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda toplumlar arasındaki çatışma aksları kavehanelere de yansımıştı. Anılan süreçte kahvehaneler din ve etnik temelli çatışmaların örgütlendiği alanlar olduğu gibi belirli siyasal görüşten kişilerin toplandığı mekanlar olarak da dikkat çekmekteydi. Bu anlamda kahvehanelerin hemen her zaman muhalif siyasal ve toplumsal oluşumların birer karargahı haline geldiği söylenilebilir. Dahası 19. yüzyılda kitap ve gazetelerin okunduğu, çeşitli yayınların takip edildiği kıraathaneler aynı zamanda çeşitli sohbet ve tartışmaların  yapıldığı mekanlar olarak da öne çıkmışlardır. Örneğin anılan dönemde Anadolu’yu ziyaret eden gezginlerin notlarında kahvehanelerde gazete ve kitaplara meraklı müdavimlere, hatta Avrupa tarihine ilgili reform yanlısı Meşrutiyetçi kişilere rastlandığı belirtilir.[19]  Gerçekten de Anadolu’nun diğer kentlerine kıyasla özgürlükçü, muhalif nitelikleriyle öne çıkan istibdat dönemi İzmir’inde rejim muhalifi Müslüman-Türk aydınların bir araya geldiği, dönemin gazete ve mecmualarını takip ettiği, kitap alışverişinde bulunduğu, sosyal, siyasal ve kültürel gelişmelerin nabzını birlikte tuttuğu kahvehaneler vardı.

Bezmi Nusret Kaygusuz dönemin Müslüman-Türk aydınlarının müdavimi olduğu kahvehanelerin Konak, Tilkilik ve Namazgah semtlerinde yoğunlaştığını belirtir. O’na göre: “Bütün münevverler bu kıraathanelerde toplanır, başka yerlere gitmezlerdi.” Bunlardan Evliyazade, Akosmanzade, Uşakîzade, Alemdarzade ve İplikçizadeler gibi eski köklü ailelerin oturduğu bir semt olan Tilkilik’teki kıraathaneler daha geniş toplulukları barındıran mekânlardı. Ayrıca mahalle arasında ve söğüt ağaçlarının gölgesinde kalan ve yaz aylarında oldukça dolu olan bu kahvehaneler arkadaşlarıyla gece geç saatlere kadar oturarak edebi ve ilmi konularda sohbetler yaptıkları yerlerdi.[20]  Nitekim eşraftan Mehmet ve Emin Efendilerle Halim Ağazade Bey’in kurduğu Feyziye Kıraathanesi, Beyler Sokağı’nda Ömer Lütfi Efendi’nin Askeri Kıraathanesi hükümetin karşısında, Kemeraltı’nın girişinde Mehmet Efendi’nin işlettiği Ekmekçibaşı Kıraathanesi, Tilkilik’te Giritli Hasan Efendi’nin ve Ali Ağaların kahvehaneleri hep bu minvalde rağbet gören mekanlar olmuşlardı. Bunlardan daha çok Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Uşakızade Süleyman Tevfik, Doktor Taşçıoğlu Ethem gibi şairlerin ve Jön Türklerin gelip gittiği  Askeri Kıraathane 1900’lerin başında İzmir’de politikanın ve komitacılığın kazanının kaynadığı yer olarak bilinir.  Ekmekçibaşı Kıraathanesi Mevlevilik ve Bektaşiliğe meyilli olanların bir araya geldiği bir kahvehane iken medrese erbabının toplandığı yerler ise Tilkilikte’ki kıraathaneler idi. Bıçakçızade Hakkı Bey, felsefeci Baha Tevfik, Şahabettin Süleyman, İzmir’in ilk hürriyet kurbanlarından Tevfik Nevzad, hicivleriyle tek başına sultan Hamid’e karşı açtığı savaşla maruf Şair Eşref,  fakir hastaların dostu Doktor Ethem Bey, sonradan Kastamonu milletvekili olacak olan İzmir Sıhhıye Müdürü Doktor Şükrü Osman, avukat Müstecabizade İsmet, Kel Şair olarak bilinen Ermenaklı Hasan Rüştü, Mevlevi Şeyhi Nurettin Efendi, yıllar sonra itilafçıların organı Müsavat Gazetesi’nin baş muharrirliğini üstlenecek olan Hafız İsmail, İzmir’in hassas şairi Tokadizade Şekip,  İzmir Şairleri Antolojisi’nin yazarı Hüseyin Avni Ozan, şair Nurettin Efendi, İzmir Sanatlar Mektebi muallimlerinden Maraşlı Kamil Efendi, Prens Sabahaddin’e hocalık yapmış olan Kadıhanlı Emin Bey, İzmir’de yirmi beş sene müftülük yaptıktan sonra mebus seçilen Mehmet Sait Efendi, çıkardığı Musavver Emel adlı mecmuayla tanınan Hamit Suphi ve Bir Roman Gibi adlı eserinde anılarını kaleme alan şair ve edebiyatçı Bezmi Nusret Kaygusuz hep bu mahfellerin müdavimleri idi. [21]

Kozmopolit Liman Kenti İzmir’in Tiyatroları

 Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk sahne faaliyetleri 17. yüzyılda başlamış olmakla beraber Sultan Abdülmecit, Dolmabahçe sarayının yanında bir saray tiyatrosu yaptırmış, 1868’de oluşturulan Güllü Agop Tiyatrosu’nun ardından bunu Ohannes Kasparyan Kumpanyası, Gedik Paşa Tiyatrosu, Vaspuragan Topluluğu, Asya Kumpanyası, Osmanlı Tiyatrosu gibi  tiyatro ve toplukları izlemiştir. Anılan dönemde Şinasi Şair Evlenmesi, Yusuf Kamil Paşa Telemak, Ali Haydar Bey Sergüzeşt-i Perviz ve İkinci Ersas adlı gerek çeviri gerekse bizzat kaleme aldıkları eserleriyle bu alanda oluşturulan literatürün bayraktarlığını yapmışlardı. Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Teodor Kasap, Ahmet Mithat Efendi, Şemseddin Sami, Ebuzziya Tevfik, Abdülhak Hamit gibi birçok yazar ise tiyatro alanındaki eserleriyle onların takipçisi olmuşlardı.

Özlem Nemutlu’nun da ifade ettiği gibi “Osmanlı’da önceleri Fransız, İtalyan ve Yunan gibi Avrupalı tiyatro topluluklarının azınlıklar için verdikleri temsillerle başlayan tiyatro hayatı, gayr-ı Müslim tebaadan Ermenilerin katkılarıyla yerlileşme imkanı bulmuştur.”[22] İlk dönemlerde Mınakyan, Benliyan, Fasulyacıyan gibi Ermeni tiyatrocuların çalışmalarıyla tezahür eden Osmanlı tiyatrosu onlara iştirak eden Rum ve Türk tiyatrocularla giderek zenginleşmeye başlamıştır. Sahneye çıkan Ahmet Necip, Ahmet Fehim, Reşit Rıza, İsmet Fahri, Hamdi, İsmail Hakkı Efendi, Küçük ve Büyük İsmailler ve Naşit gibi isimler ise ilk Türk tiyatro sanatçıları olmuşlardır.

 Ancak imparatorluğun son dönemine rengini veren Osmanlıcılık akımının Balkan savaşlarıyla birlikte iflas etmesi Türkçülük akımını ön plana çıkarmış ve bu tasavvurun hemen her şeyde olduğu gibi tiyatro hayatına da yansımaları olmuştur. Milli refleks ve tedirginliklerin belirginleştiği bu süreçte içinde “milli” kelimesi bulunan cemiyet, topluluk ve tiyatrolar kurulmuştur. Nitekim Reşat Rıdvan’ın kurduğu Milli Osmanlı Tiyatrosu Heveskaran Cemiyeti, Burhanettin Tepsi’nin açtığı Milli Osmanlı Tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul’un kapılarını araladığı Millet Tiyatrosu, Kemal Emir’in Vahram Papazyan’la kurduğu Türk Sahnesi ve Raşit Rıza’nın Benliyan’la kurduğu Milli Osmanlı Operet’i bu anlayışının birer uzantısı şeklinde vücut bulmuştur.  Klasisizm ve romantizm akımlarının etkisinde kalan Osmanlı tiyatrosunun gelişimi adına anılan süreçte yaşanan en anlamlı olay ise 1914’te Darülbedayi’nin kurulması olmuştur.

İzmir’deki tiyatro faaliyetlerinin İstanbul’la paralel bir süreçte hatta belki ondan daha önce başlamış olabileceğini iddia eden Ömer Faruk Huyugüzel,  bu süreci 17.yüzyılın son çeyreğine tarihlendirir. Bu bağlamda Levantenler için Fransız, Venedik, Avusturya gibi ülkelerin konsolosluk binalarında veya Frenk Mahallesinde temsiller düzenlendiği, bunların arasında bilinebilen en eski temsilin Fransız Konsolosluğunda 1657’de oynanan Corneille’in Nicomede’i olduğu ve bu temsillere gayrı Müslimlerin yanı sıra Müslüman tebaanın da ilgi göstererek katıldığı bilinmektedir. [23] Kentteki gayr-ı Müslim cemaat kompartımanlarının kendi içlerinde yürüttükleri tiyatro temsilleri en az yabancılarınkiler kadar önemli olmakla beraber bunlardan Yahudilerin daha çok kendilerine dönük ve dini karakter taşıyan temsiller düzenledikleri ifade edilebilir. Keza Rumların da 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren kentteki tiyatro yaşamında etkin bir rol üstlendikleri söylenilebilir. Nitekim kentteki ilk yerli tiyatro heyetinin muhtemelen Rumlar tarafından oluşturulan ve 1824’ten itibaren temsiller veren Amatör Tiyatrocular Topluluğu olduğunu iddia eden Özlem Nemutlu, bunu yine Rumlara ait olduğu tahmin edilen Buca Amatörler Topluluğu’nun izlediğini ifade eder. Zamanla bunlara Aleksiasdis, Tavulari, Kar dö Villi, Katopulis, Veronis-Gennadi gibi Rum kumpanyaları eklenmiş ve Kordon’daki İzmir, Parteon gibi tiyatro binalarının yanı sıra, Sporting Kulüp’te oyunlar sergilemişlerdir. 1836’da Maropyan Okulu öğrencilerinin Goldoni’nin La Locandiera komedisinin İtalyanca bir temsiliyle kentin tiyatro hayatında ilk defa görünür olmaya başlayan Ermeniler ise Vasparugan tiyatro heyetinin kentteki temsilleriyle dikkat çekmeye başlamışlardır. Bunun dışında İstanbul’dan gelerek kentte çok sayıda temsil sergileyen Mınakyan ve Benliyan gibi Ermeni tiyatrocular da bu çeşitliliğe temsilleriyle katkı sunmuşlardır.

Öte yandan kentin ilk tiyatro binasına ne zaman kavuştuğu noktası biraz muğlaktır. Örneğin Ö. Faruk Huyugüzel 1830’da Paris’te yayımlanan bir almanahtan hareketle Türkiye’de ilk genel tiyatro binasının İzmir’de kurulmuş olduğunu ifade ederken, Özlem Nemutlu Amatör Tiyatrocular Topluluğu’nca 1775’te yapılan bir başka tiyatroya işaret eder. İzmir’in ilk önemli tiyatro binası ise 1841’de kurulan Euterpe’dir. Onu 1861’de İngiliz elçiliğinin bitişiğinde üç katlı, on yedi localı, havagazıyla aydınlatılan, kargir İtalyan Cammarano tiyatrosu izlemiştir. Daha sonra tiyatro ve tiyatro temsilleri o kadar beğenilmiştir ki Kordon’dan Karataş’a Bornova’dan Karşıyaka’ya, Çorakkapı’dan Salhane’ye kadar İzmir’in pek çok semtinde yenileri tesis edilmiştir. Nitekim Theatre de Smyrne (1860), Frenk Gazinosu, Apollon Tiyatrosu, Concordia Tiyatrosu (1888), Osmanlı Tihyatrosu, Alamira (1887), Jardin d’Eden (Eden Bahçesi), (1888), 1891’de kışlık hale getirilen Elhamra, Avrupa Kulübü ve Gazinosu (1892), Kukuli’nin Tiyatrosu (1893), Sporting Kulüp(1894), Theatre Variete (1895), Luka Gazinosu (1895), Cirque Accelsieur (1895), Bornova (Havuza Tiyatrosu) (1900), Artin Efendi Tiyatrosu,  Lamberi Kıraathanesi gibi mekanlar bahsi geçen tiyatroların en seçkin örneklerini teşkil etmiştir. [24]

Bu bilgilerin ışığında kentin tiyatro yaşamının gelişimine ilişkin vurgulanması gereken en önemli husus ise İzmir’in sanat yaşantısında bu kadar canlı ve hareketli olmasının salt azınlıkların faaliyetleriyle ya da liman kenti olmasının getirdiği avantajlarla açıklanmayacak olmasıdır. Nitekim Halit Ziya Uşaklıgil’in, bu durumu biraz da kentin “istibdat hükümeti tarafından tiyatrolara karşı gösterilen zorlamadan İzmir’in bir dereceye kadar kurtulmuş olması” na bağlaması bu çerçevede değerlendirilebilir. [25]

Tüketim Alışkanlıkları İçin Yeni Adresler: Meyhaneler, Cafeler, Gazinolar, Pastaneler ve Kulüpler

19. yüzyılda imparatorluğun en gelişmiş kentlerinden birisi olan İzmir eğlence mekanları açısından da hatırı sayılır bir çeşitliliğe sahipti. Meyhaneleri, gazinoları, pastaneleri, kulüpleri, cafe ve barlarıyla mıknatıs kent haline gelen İzmir denilebilir ki  kozmopolit liman kenti vasıflarını kendi kimliğiyle bağdaştırmayı başarabilmişti.

1846’da kurulan Prokopp’un yanı sıra Halkapınar’daki Aydın bira fabrikalarıyla İstanbul’dan sonra imparatorluk coğrafyasında bira üretiminde ikinci sırada yer alan 19. yüzyıl İzmir’inde 266 meyhane bulunmaktaydı. Kordon, Meyhane Boğazı gibi mekanların dışında kentin çeşitli semtlerine dağılan bira bahçeleri ve meyhaneler kendilerine has içki ve eğlence kültürleriyle dikkat çekmekteydiler. 

Anılan dönemde Levantenlerin ve gayr-ı Müslim tebaanın -kendilerini diğer milletlerden soyutlayarak- sadece ait oldukları cemaatler için oluşturdukları toplumsallaşma alanları içinde Frenk Gazinosu, Kramer Gazinosu,  Sporting Club, New Club, Concordia, Monaco gibi gazino ve kulüpler yer almaktaydı. Bunun yanı sıra Bella Vista, Cafe Luca, Cafe Costi, Haylayf Pastenesi gibi mekanlar liman burjuvazisinin yeni tüketim alışkanlarının vazgeçilmez adresleri olmuşlardı.

Anılan dönemde bu mekanlar aynı zamanda istibdat döneminden kurtulmak isteyen Osmanlı aydınları ve hürriyetperverler için gizli toplantı ve görüşmelerin yapılabildiği alanlardı. Nitekim II. Meşrutiyet döneminde on yıl milletvekilliği, İttihad ve Terakki Meclis Grubu Reisliği, Dahiliye, Adliye, Hariciye Nazırlığı, Şura-yı Devlet Reisliği, üç kez Mebusan Meclisi Reisliği; cumhuriyet döneminde ise on beş yıl kadar İzmir milletvekilliği yapmış yapmış olan Halil Menteşe’nin anılarında senede bir iki ayını geçirdiğini ifade ettiği İzmir’den bahsederken Sultan Hamid zamanında hürriyetperverlerin her yerde birbirlerini bulduklarını, köşeler kurarak oralarda dertleştiklerini belirtmesi son derece ilginçtir. Nitekim Onun “İzmir’de rıhtım üzerinde Kramer Gazinosu’nda, Frenk mahallesinde Haylayf Pastanesi’nde bizim de köşemiz vardı. Tokadizade Şekib, Kadıhanlı Emin, Taşlızade Doktor Ethem, Türkçü Necib, Mevlevi Şeyhi Nuri Beylerle akşam üzerleri oralarda birleşirdik.

Rıhtım üzerinde Fransızların büyük bir kulübü vardı. Adı Sporting Kulüp. Geniş salonları, kütüphanesi, tiyatro binası, geniş bahçeleri, hususi ziyafetler için ayrı odalarıyla büyük bir müessese idi. Körfeze karşı binanın üstünde geniş bir terası vardı. Yazın azaları aileleriyle birlikte akşam yemeklerini orada yerlerdi. Hele mehtap gecelerinde İzmir’in emsalsiz güzel körfezi “freeque” bir manzara alır, terasın üstü de doyulmaz bir mahşer-i ezvak olurdu.

İzmir’de bulunduğum zaman ben de azanın tavsiyesiyle muvakkat aza kaydedildim. Öğleden sonra oraya gider, geniş kütüphanesinde muhtelif memleketlerin Fransızca gazetelerini okur, aldığım havadisleri, okuduğum mühim makalelerini köşelerimizde arkadaşlara hikaye ederdim.

Birkaç sene evvel Türkçü Necib bir gün Kemeraltı’nda karşıma çıktı:

“Beyefendi hatırlar mısınız, hani Kramer’de köşemiz vardı. Bir gün elinizde Voltaire’in “Tolerance”ı ondan parçalar tercüme ederek bizlere izah buyuruyor, kendi mülahazalarınızı ilave ediyordunuz. Türk milleti sanıldığı gibi müteassıp değildir. Bilakis din hususunda mütekasildir demiştiniz. Bugünkü hal ve vaziyet o günkü kanaatinizde ne kadar isabetli olduğunuzu ispat etmiyor mu?” dedi.” şeklindeki sözleri konuya açıklık getiren önemli detaylar olarak zikredilebilir.[26]

Anılan dönemde Jön Türklerin Kramer’den, Lüka’dan, Cafe Kosti’den veya Sporting Kulüp dışında tercih ettikleri mekânlardan bir diğeri ise Selatin Meyhanesi idi. Nitekim burası başta Şair Eşref, Tevfik Nevzad ve arkadaşlarının bir araya geldiğinde kahkahalarla karışık ateşli tartışmaların vuku bulduğu bir dost meclisi olarak biliniyordu. [27]

Levanten Kültürün Taşıyıcısı Olarak Spor

19.yüzyıl İzmir’inde deve güreşleri, cirit ve avcılık gibi geleneksel ata sporları yerini, futbol, tenis, at yarışları, atletizm, bisiklet, yüzme ve kürek gibi Levanten kültürün kentin kolektif hafızasına aktardığı yeni hobi ve aktivitelere bırakmıştır. İlklerin kenti olan İzmir imparatorluk coğrafyasına ilk at yarışlarını, futbolu, golfü ve atletizmi getiren kent olmuştur aynı zamanda… Örneğin atletizm yarışları 1892’de, kayık ve yüzme yarışları ise 1890’ların ilk senelerinde İzmir’de yapılmıştır. Keza 1840’larda Bornova ve Buca gibi Levantenlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde başlayan at yarışları aynı yüzyılın ikinci yarısından itibaren düzenli hale gelmiş, kenti ziyaret eden sultan Abdülaziz’i etkilemek için Levantenler tarafından bir at yarışı düzenlenmiş, Evliyazadelerden Refik Bey ile Mısırlı bir Türk olan Ahmet Bekri Bey ise Müslüman Türk eşrafınca kentte düzenlenen at yarışlarının öncü isimleri olmuşlardır.

II. Abdülhamid döneminde Müslüman tebaanın toplu olarak faaliyet göstermesi yasak olduğundan futbol öncelikli olarak Levanten aileler ve imparatorluğun gayrı Müslim cemaatleri tarafından oynanmıştır. İzmir’de Giraudlar futbolu şehre ve Osmanlı coğrafyasına ilk getirenlerdir. Reesler, Forbesler, Petersonlar gibi İzmir’in diğer Levanten aileleri onları izlemiş, Bornova çayırı ve Paradiso’da (Şirinyer) kendi aralarında turnuvalar yapmışlardır. Daha sonra Rumlar Panionios, Apollon gibi adlarla futbol takımları kurmuşlardır. Dönem milliyetçilik çağıdır ve Küçük Asya Rumları da modaya uyarak futbol takımlarının isimlerini İyonya Birliği  ya da Helen medeniyetinin tanrısı Apollon isimleriyle anmışlardır. İzmir Ermenileri ise Vaspurayan, Hoy Varsatsas takımlarıyla şehrin futbol arenasında boy göstermişlerdir. İtalyan kökenli Levantenler ve İtalyanlar ise ulusal kahramanları Garibaldi adına bir futbol takımı kurarak şehirin futbol müsabakalarına katılmışlardır. İzmir’de Türklerin futbola olan ilgisinin İzmir sultanisi gençlerinin 1870’te kurduğu takımla başladığı ileri sürülse de azınlıklara karşı birlik anlamına gelen yerli futbol takımlarının kurulması için futbolu milli iktisat ve millileştirme girişimlerinde bir araç olarak değerlendiren İttihatçıların istibdat dönemine son vermesini beklemek gerekecektir. Zira anılan dönemde gayr-ı Müslimlerin elindeki sermaye birikiminin millileştirilmesi ve ülke genelinde kültürel milliyetçiliğin inşasında beden terbiyesi ve spor yani bio-politikanın en sarih uygulandığı alanlardan birisi futbol olmuştur.[28]

Sonuç

19.yüzyıldan Cumhuriyet’e uzanan süreçte İzmir, İstanbul’dan sonra imparatorluğun en önemli ikinci kenti haline gelmiştir. İktisadi anlamda Anadolu’nun zengin ürünlerinin Batıya aktarıldığı bir antrepo vazifesi görürken sosyolojik anlamda da önemli değişimlere uğramıştır. Anılan dönemde Anadolu’nun zengin metalarının peşine düşen kozmopolit Levanten tüccar ve sermayedarlar yüzyılın başındaki sınırlı etkinliklerini onların açtığı yoldan ilerleyen gayr-ı Müslim yerli işbirlikçileri sayesinde Anadolu’nun iç kesimlerine kadar genişletebilmişlerdir. Bu sürece Müslüman-Türk tüccaran taifesinin de dahil olması ise devletten bağımsız çok kültürlü bir liman burjuvazisinin doğuşunu beraberinde getirmiştir. Bu çok kültürlü liman burjuvazisi Doğu coğrafyasının Batıya en açık kentlerinden birisi olan İzmir’de Batılı yaşam formlarının gündelik yaşam pratiklerine sirayet eden biçimlerinin maharetli taşıyıcıları olmuşlardır. Tanzimat döneminden itibaren imparatorluğun garb medeniyet sahasına girmesi yönünde uğraşlar veren Osmanlı bürokrasinin modernleşme formülasyonları ise bu sürecin hızlanmasını sağlamıştır.

Hiç kuşkusuz antik dönemden itibaren bir medeniyetler kavşağı konumunda olan kentin özgüllükleri ise aynı sürecin payandalarını oluşturmuştur. Örneğin Balkanlar, Girit, Ege adaları, Yunanistan, Kırım ve Kafkasya göçleriyle bir muhacir şehir kimliğine bürünen İzmir sosyolojisi o nedenle merkezi otoriteler tarafından siyasal olarak kendisine dayatılanı hep reddetmiştir. Keza II. Meşrutiyet devrimi öncesinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin örgütlediği muhalefet alanlarından biri İzmir’de neşv-ü nema bulmuştur. Hatta İttihat ve Terakki’nin kendisi II. Abdülhamid’e karşı Osmanlı Anadolu’sunda İzmir’de örgütlenmiştir. İzmir, 1906’dan sonra İzmir’e gelerek İkiçeşmelik’teki Asmalı Mescit’in tam karşısında açtığı tütüncü dükkanında Tütüncü Yakup kılığına giren Dr. Nazım’ın redif taburlarını 1908 devrimine bağladığı yerdir. Dr. Nazım’ın örgütlediği bu redif taburları Selanik’teki hürriyet hareketini bastırmak üzere gönderildiğinde devrimden yana tutum almış olmasalardı, Selanik’teki hürriyet hareketinin başarıya ulaşması imkansızdı. Bu bağlamda II. Abdülhamid rejiminin otokrat yönelimlerini en az hisseden yerlerden birisi olarak kent ölçeğinde bütün muhalif hareketlere ev sahipliği yapan İzmir onları koruyup saklamış ve devrimciliklerini perçinlemiştir. Bir başka ifadeyle söylenilecek olunursa otoriter II. Abdülhamid rejimine karşı özgürlükçü düşüncelerin, eylemlerin ve ideallerin yeşerdiği bir şehir olmuştur. Ama daha da önemlisi İzmir’in özgürlüklerine sınır getiren her türlü eylem ve tasavvurların reddiyesi yönündeki tavrı cumhuriyet dönemine de tevarüs etmiştir.

Bu bilgiler ışığında söylenilebilir ki ilklerin kenti, demokrasi kenti, özgürlüklerin kenti, yaşam tarzından ödün vermeyenlerin kenti gibi tavsiflendirmelerle imlenen İzmir’in  Anadolu’nun Akdeniz’e bakan en uç kıyısında bir cumhuriyet kenti olarak nefes alıp vermesinde etkili olan paradigmalar bu sürecin henüz aydınlatılmayı bekleyen kolektif hafızasında gizlidir.

 

* Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Bahar Arslan

[1] II. Meşrutiyet döneminde yayımlanan dergileri ise bir “hitabet kürsüsüne” benzeten Cemil Meriç harf devrimiyle birlikte dönem dergilerinin eski okuyucu kitlesini kaybettiğini ise şu sözleriyle dile getirir: “İkinci Meşrutiyet’te bir hitâbet kürsüsüydü, hitâbet kürsüsü veya bayrak. Altın çağları yeni harflerin kabulü ile sona erdi. Eski okuyucularını kaybettiler, yeni okuyucu nesilleri yetişinceye kadar devletten yardım beklemek zorunda kaldılar. Cumhuriyet intelijansiyasının en âcil vazifesi, maziyi tasfiye ve hâli takviyeydi. Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan 1940’lara kadar, dergilerimiz hiçbir “aşırı düşünce”ye daha doğrusu düşünceye yer vermezler.”, Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay., İstanbul, 2000, ss. 101-102.

[2] Halid Ziya Uşaklıgil’in ilk gençlik yıllarında Tevfik Nevzad ve İsmail Hakkı Bıçakçızade ile birlikte Nevruz’u nasıl çıkardıklarını ve döneme dair diğer anılarını anlamlandırmak üzere daha detaylı bilgi için bkz., Halid Ziya Uşaklıgil, İzmir Hikayeleri, Özgür Yay., İstanbul, 2005, ss. 17-49.

[3] Ziya Somar, Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir,  ss. 2-8.

[4]Efdal Sevinçli, age., ss. 178-179.

[5] Efdal Sevinçli, age., ss. 174-184.

[6] Bezmi Nusret Kaygusuz, age., ss. 7-9.

[7] Bezmi Nusret Kaygsuz, age., s. 24-25.

[8] Hakan Anameriç, “Osmanlılarda Kütüphane Kültürü ve Bilimsel Yaşama Etkisi”, OTAM (Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), Sayı: 19, 2006, ss.17-25.

[9] Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Osmanlı kütüphanelerinin gelişimi için bkz., R. Tûba Çavdar, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Osmanlı Kütüphanelerinin Gelişimi,” İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütüphanecilik Bölümü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 1995.

[10]Çiğdem Erkal İpek, “Tarih İçinde İzmir Milli Kütüphanesi”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı:3, ss. 226.

[11] Bununla birlikte Osmanlı kentlerinde adında “milli” ibaresinin geçtiği kent kütüphanelerinin kurulması için 1908 devrimi ve sonrasını beklemek gerekecektir. Zira 19. yüzyılında son çeyreğinden itibaren 93 Harbi ile başlayan, Trablusgarp Savaşı ve Balkan savaşlarıyla devam eden, en nihayetinde Harb-i Umumi ile sonun başlangıcına giren Osmanlı Devleti beka sorununu yaşarken zihniyet anlamında da Osmanlıcılık ve Panislamist akımlardan ontolojik açıdan tam da içinde bulunduğu sürece fikri bir açılım sağlayan Türkçülük düşüncesine savrulmuştur. Zira anılan dönem milli refleks ve tedirginliklerin ön plana çıktığı bir süreci ifade ediyordu.Anılan dönemde “milli aile”, “milli iktisat”, “milli burjuvazi”, “milli ziraat”, “milli sermaye”, “milli istihsal”,  “milli tesanüt” (ulusal dayanışma), “milli istihlak”(ulusal tüketim), “milli sanayi”, “milli tedrisat”  gibi “milli” kavramıyla özdeşleştirilen her olgu Türk toplumunun kendi kimliğiyle bütünleşmesini sağlamak adına tezahür etmekteydi. İşte bahsi geçen süreçte İzmir başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok yerinde kurulması öngörülen “milli kütüphane” olgusunu Osmanlı Devleti’nin anılan dönemde geçirdiği siyasi ve fikri dönüşümler çerçevesinde okumak gerekir. Nitekim başta İttihat ve Terakki olmak üzere dönemin siyasi partilerinin program ve iç tüzüklerinde milli kütüphane kurulmasının öngörülmesi bu duruma işaret etmekteydi. Bahsi geçen saikler çerçevesinde İzmir Milli Kütüphanesi’nin Ocak 1911’den 23 Haziran 1912’ye kadar kadar olan süreçte nasıl tesis edildiğini anlamlandırmak için bkz., Mustafa Şahin, “Dünü ve Bugünüyle İzmir Milli Kütüphane”, Tarih ve Toplum, Cilt: 23, Sayı:134, Şubat 1995, ss. 39-46.

[12] Halil İnalcık, “Tanzimat Nedir?”, Tanzimat ve Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, (Ed.: Halil İnalcık ve Mehmet Seyitdanlıoğlu), Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2017, s. 31.